Henüz anlamı, amacı ve nasıl olduğu kesinlik kazanmamakla birlikte, bilinçaltımızdaki oluşumların, zamanla abuk subuk dışa vurumu olarak tanımlayabiliriz rüyaları.Kimi zaman korkarak, kimi zaman hüzünlenerek, ama yine de etkilenerek uyanırız, bir rüya gördüğümüzde.Bazen uyandığımızda hatırlayamaz, gün içinde yavaş yavaş gözümüzün önüne gelir ve etkisi bütün gün sürer rüyaların.Kimi zaman da öyle gerçek bir rüyadan uyanırız ki, rüya mı gerçek, gerçek mi rüya, kısa bir süre algılayamaz ve az önceki gerçeklik her neyse, oraya dönmek isteriz.
Lise dönemlerimde, böyle gördüğüm rüyalardan sonra defterimi açar, sayfalar dolusu yazardım.Herkes uyanıkken yazardı, ben rüyamın etkisi geçmeden doldururdum sayfaları.Genelde aşık olduğum ya da en azından aşık olduğumu sandığım platonik bir hayalin ardından gerçekleşirdi her şey...Yazdıkça, bu hayalin, bende etkisinin azalacağını ve artık peşimi bırakacağını düşünür, rahatlardım.Kimi dostuna anlatır, kimi arkadaşına...Kimisi suya anlatır derdini, kamış olur, ney olur.O günlerde yazılarımı okuyarak kaydettiğim kasetim bile vardı.Maalesef ki bugün kayıp...
***
Çocukluğumdayım.Çocukluğum Bursa'nın eski bir mahallesinde geçti.İki katlı bahçeli evimizin alt katında, ayaklarımı pencerenin demir parmaklıklarından aşağıya sallandırarak otururdum sıcak yaz günlerinde.Fakat bu kez kış, hava karlı.Camı açamıyoruz.Kuzine gürül gürül yanıyor.Camın arkasından, yağan kara bakıyorum.Az sonra komşumuzun oğlu Ramazan, soğuktan kıpkırmızı olmuş elleriyle, birbirinden büyük 3 tane kartopu yapıyor.Penceremin önüne sırasıyla, büyükten küçüğe, üst üste diziyor ve bu çilli çocuğun solgun yüzünü güldürmek için, bir kardan adam yapıyor.Daha sonra el sallayarak uzaklaşıyor.
Vakit öğlen.Evimiz mezarlığın bir sokak üzerinde...Mezarlığın etrafını çevreleyen yüksek duvarların arkasından yükselen, uzun boylu servi ağaçlarının üzerini kargalar mesken tutardı her zaman.Yine öyle oldu.Yine ezan okundu.Kargalar büyük bir çığlık ve gürültüyle, üzerindeki kara aldırmadan, kondukları servileri terk ettiler.
Küçüğüm...Her seferinde olduğu gibi yine irkildim.Uçuşan kargaları izledim perdenin arkasından.Hepsi aynı yöne doğru gittiler.Bir tanesi bana doğru yöneldi, sonra camın önüne kondu.Kardan adamıma zarar verecek diye korktum.Ama korktuğum olmadı...
Kargalar insanların korktuğu kuşlardır.İnsanların arasında yaşayan, ama çoğumuzun ne yavrusunu ne de yuvasını görmediği, gizemli kuşlardır kargalar.Uzun seneler yaşadıkları rivayet edilir.Siyah ve kurşuni renklerinden ötürü, bana hep takım elbise giymiş insanları andırırlar.İnsanlar karşısında saygınlıklarını korumak için takım elbise giyen kargalar...Bizler gibi...
Takım elbiseli karga camı tıklatmaya başladı.Bir şey anlatmaya çalıştığını sandım.Belki de karnı acıkmıştı.Oysa tıklattığı cam az sonra kendiliğinden aralandı.Artık ondan korkmuyordum, çünkü artık karganın gözünden kendimi görüyordum.Şirin, çilli, uzun saçları kulaklarını örtmüş çocukluğumu görüyordum karşımda.
Artık karga bendim.
Hafif bir sıçramayla kardan adamıma da zarar vermeden uçtum pencereden.Ezan bitmişti.Mezarlığa doğru yöneldim.Karga bendim ama, ne yapacağımı bilmiyordum.Nereye uçtuğumu, neden uçtuğumu bilmiyordum.Sadece karganın gözleri miydim, yoksa kanat çırpan karganın kendisi miydim, hatırlamıyorum.Ama mahallenin üzerinden uçuyordum işte.Akşama babamın gelip arabasını park edeceği sokaktan, ağabeyim okuldan gelince kızakla kayacağımız yokuştan, arkadaşlarımın sonbaharda top oynadığı, benimse futboldan anlamaz tavrımla, dökülen çınar yaprakları arasında koştuğum arsayı terk ederek uçtum.
Bir yere kaçtığım yoktu.Kimse fark etmeden eve geri dönecektim.Pencereyi de açık bırakmıştım nasıl olsa.Önce ağabeyim gelecekti.Onun gelme saatine yakın, mavi tulumumu giyip kızakla kapının önünde hazır bekleyecektim.Babamın eve geliş saatine yakın, tekrar pencerenin önündeki yerimi alıp, babamın arabasını nasıl park ettiğini izleyecektim.Yaptığım şeyden o kadar emindim ki, her gün yaptığım şeymiş gibi rahat ve huzurluydum.Ama uçuyordum.
Mezarlık duvarını aştım.Benden başka geri dönen bir karga yoktu.Mezarlığı geçtim.Bulunduğum yer sık ağaçların olduğu büyük bir ormana dönüştü.Az ileride, üzerine diğer ağaçlara göre daha az kar yağmış bir servi gördüm.Ben bu ağacı daha önce görmüş müydüm?Buradan daha önce de geçmiş miydim?Sanırım burası karganın her zaman konuğu ağaçtı.Bu ağacı geçtim.Dolandım.Rüzgar çıkmaya başladı.Tekrar geri döndüm.Aynı ağaca doğru yöneldim.Servinin diğerlerine göre daha açık, beyaz bir kabuğu vardı.Diğerlerine göre, diplerindeki piçlerden arınmış, ayıklanmış pürüzsüz, süslü bir yapısı...Rüzgar estikçe sert dalları hareket ediyor.Dalları sallandıkça, akşam güneşi üzerine vuran servinin üzerinde parlayan bir şey olduğunu görüyorum.İlgimi çekiyor.Üzerine doğru süzülerek yaklaşıyorum.Rüzgar estikçe bir görünüp, bir kayboluyor.Ağacın sağ üstüne doğru konumlanmış, yaklaştıkça daha da parlıyor.Tohumlarından birinin, böyle parlak ve sert bir yapıda olduğunu anlıyorum.Yanına konuyorum tohumların...Bir süre parlak tohuma bakıyorum.Kendimi seyrediyorum.Ağaç, rüzgar estikçe sallanmaya devam ediyor.Bu hareketiyle, benimle konuşmaya çalıştığını anlıyorum.Bana bir şeyler anlatıyor.Anlattığı şeyi anlamıyorum fakat sohbet eder gibi bir tavrı var benimle ağacın.Tanıdık, sevecen, doğal, ne istediğini bilen, ne anlattığını, neden yanımda olduğunu, neden onunla olduğumu bilen bir tavrı var.Sanki iki eski arkadaş gibi samimi.Önce sizli-bizli, resmi bir tavır gibi ama hayır; senli-benli samimi...
Buraya kök salan o değilmiş gibi, her an buradan gidecekmiş gibi, bir yanının hep ürkek olduğunu hatırlıyorum.Öyle hissettiriyor bana.Sanki üzerine konan ben değilmişim de, beni çağıran, oracıkta oturan ve gelmemi bekleyen oymuş gibi...Sanki yolum tesadüfen ormana düşmüş de, geçerken görmüşüm gibi...Evimden uzakta, kalacak yerim yokken, bana sahip çıkmış gibi...Beni sıcak evimden çıkarıp, penceremden ayırıp, bu kış günü buraya getiren kendisiymiş gibi...Hiç ayrılmamı istemez gibi ama, dallarını sallayan rüzgar yüzünden, beni üzerinden atmaya çalışan da kendisiymiş gibi...
Akşam güneşi de son ışıklarını koparırken soğuk, parlak karların üzerinden; böyle bir his vardı ormanda...
***
Uçak seferleri iptal olup, evime döndüğüm Diyarbakır-İstanbul otobüsü mola yerine yanaşmış, açılan kapıdan giren soğuk, bacaklarımdan başlayan ürpertiyle uyandırdı beni.Yola çıkalı 12 saati geçmiş, şoförün üzerindeki saat 02:00'ı gösteriyordu.Telefonumdan dinlediğim Cenk Taner, bilmem kaçıncı kez dönüp, "Bir Şehre Merhaba Dedim" derken, beni merak edenlerin "Neredesin?" mesajları WhatsApp'da cevap bekliyordu.
Cenk Taner - Bir Şehre Merhaba Dedim
0 yorum:
Yorum Gönder