27 Eylül 2011

Beylerbeyi'nde Düğün, Çeçenistan'da Futbol Maçı (2. Kısım)




Ertesi gün, "Fenerbahçe sahilde oturalım, sonra da Bursa'ya döneriz"di planımız.Eylül sonu...Güneş hala gözümü açamayacak kadar parlak.Yeter artık, biraz sonbahara bırak meydanı, sen git güneylere bak seni bekleyenler var, hadi diyorum, dinlemiyor.



Yok efendim, kışı görmeden gitmem, bir edalar sorma gitsin...Gidersin, gitmezsin...Biz kalkıyoruz madem, hadi sana kolay gelsin(Arada güneşle de konuşurum ama pek anlaştığımız söylenemez.En son Kumla'da denizin ortasında kitap okurken 4 saat tartıştık.Git diyorum yok, git diyorum yok.Bi inat, bi inat...Hala soyuluyorum)


Daha iyi gözükmesi açısından yakın kesiti aşağıda...Botun üzerindeki ben oluyorum.



Yakın arkadaşlar arasındaki hesap ödeme kavgasına bayılıyorum.Buradan al, yok buradan al...O misafir al burdan, hadi be nerden misafir oluyorum, sensin misafir.Afallayan garson ve final...Hesabı ödeyip kalkıyoruz.

Dönüşe geçtiğimiz sırada şu yazıyı görüp, duruyorum.




Burası orası...Gazetedeki haberi hatırlıyorum.Ben diyorum, buraya girmeliyim.Bu tepkimi gören diğer insanlar da bir an duraksıyor.Arkalarına bakarak yürüyorlar bir süre.Yürüyüşleri yavaşlasa da umursamıyorlar...Bağlantıdaki haberin çıktığı sırada, Çeçen-Rus Savaşı'nda çatışmış Çeçen komutanlarından birisi sokak ortasında infaz edilmişti.Geçtiğimiz hafta da üç infaz gerçekleşti.Mülteci olarak Türkiye'ye sığınan bu Çeçenler'in her biri henüz "misafir" kimliğiyle barınıyor.



Çocuklar okulda misafir kimliğiyle eğitim görüyor.Diploma alma hakları yok.Anne babalarının çalışma izni yok, sigortaları yok.Alelade bir masanın üzerinde duran boş yemek kapları, yardımlarla ya da devlet tarafından verilmiş yemeklere ait kaplar olduğunu ispatlar gibi...Bu kampın benzeri, Ümraniye ve Beykoz'da da var.



Burası Çeçenistan değil, Fenerbahçe Orduevi ile sahildeki çay bahçeleri arasındaki yaklaşık bir dönümlük arazi.Burası küçük Çeçenya...





Büyükçe iki kanatlı kapısı var kampın, zincirle ve asma kilitle kapanan...14 yaşında bir kız çocuğu karşıma çıkıyor önce.Selam verip konuşmak istiyorum.Türkçe'si mükemmel.Şaşırıp soruyorum.9 yıldır buradayım diyor.Fotoğraf çekip çekemeyeceğimi soruyorum, Letonya'dan aldığım Zenit fotoğraf askısı aklıma geliyor, utanıyorum."Burası mülteci kampı olduğu için bazıları istemez" yanıtını veriyor.


Bunlar da istemedikleri hayatları yaşamak zorunda bırakılan küçük Çeçenler...



Muhammed, Ali ve Hasan.Yaşları 9,7 ve 8."Sırayı bozmuşsunuz, 9,8,7 yapın fotoğraf çekeyim" deyince hemen düzen alıyorlar.Okula gidiyorlar.Muhammed 4 aylıkken buraya gelmiş, Ali ise Yalova'da doğmuş."Beni siz mi gezdireceksiniz?" sorusunun, aslında bir rica olduğunu anlayıp fırlıyorlar hemen."Top sahasına gideceğiz, gezdikten sonra maç yaparız"diyorlar.


Ofsaytı bile bilmeyen biri olarak, "futboldan anlamam ben" diyorum ama, tevazu gösterdiğimi düşünüp, ısrar ediyorlar.Barakaların ortasındaki meydandan geçerek, namaz kıldıkları çadırın arkasında, top sahası dedikleri yere geliyoruz.



Çadırın arkasında kız kardeşini ağlarken buluyor Muhammed.Ablası vurduğu için ağladığını anlatıyor, abisinin anladığı dilde.



Yazın denize girdiklerini söyledikleri sahilin solu Fenerbahçe Orduevi, sağı ise kafelerin bulunduğu sahil şeridi.Sahile inen merdivenler var, fakat iki tarafta da geçmelerini engelleyen demir parmaklıklar mevcut.


Sahilin en güzel yerine sahip olsalar da, bunu umursadıklarını sanmıyorum.Muhammed, sağdaki betonun üzerine çıkıp sonuna kadar yürüyerek, oradan atladıklarını anlatıyor gözleri parlarken.



Sonrasında fotoğraf çekip çekemeyeceğini soran Ali'yi kırmıyorum, fakat bu kez hepsinin elinden geçiyor D80.Ali'de potansiyel var.Dik ya da eğik kadraj olması gerektiğine karar verebiliyor.



Yalnız ben aferin dedikçe, marifet makineyi döndürmekteymiş gibi, bu kez de ters tepe taklak çekmeye çalışıyor :) Sonra Muhammed'in kardeşi Amir(Emir) geliyor yanımıza.



Abi abi diye dolaşan 4 çocuk, makinenin üzerinde benimkilerle birlikte 10 el oluveriyor bir anda.



Durun! diye müdahale edip, sırayla çekmelerini sağlıyorum.



Küçük Emir dahil herkes çekiyor.Alttaki fotoğrafın telif hakkı Emir'e ait.



Tam ikinci tura başlayacakları sırada, zamanımın kalmadığını hatırlıyorum.



Muhammed'e fotoğrafları getireceğime dair söz veriyorum.

Gitmeden futbol oynamaya razı ediyorlar beni.Ortada sıçan oynuyoruz.Topu kapıyorum, vermiyorum, şaka maka, top oynuyorum.Topu kaptırıp ortaya geçtikten sonra, artık onlara veda ediyorum.Her zaman gelemeyeceğimi, buraya 3 saat uzaklıkta Bursa'da oturduğumu belirtince, Muhammed de, "Benim memleketim buraya otobüsle 2 gün" diyor.

En erken 1 ay sonra geleceğimi belirtmeme rağmen, emin olun her bir dakika geçtikçe bu sözün altında ezildiğimi hissediyorum.Yabancı biriyle kurdukları yarım saatlik arkadaşlığın değerini, hayatım boyunca unutacağımı sanmıyorum.Bu çocuklar her ne kadar neşeli, umut dolu, hayata vurdumduymaz bakıyorlarsa, anne babaları da bir o kadar umutsuz, suskun...1994'tenn bu yana süren savaşın sonunun ne olacağı, ülkelerini bir daha görememe endişeleri, her zaman boğazlarında bir yumru.Yanlarından geçerken sadece verdiğim selamı almaları, yüzüme "senin gibi niceleri geldi" bakışları, artık yaralarının nasır bağladığının açık ifadesi...




Savaş'ta hayatlarını kaybedenlerin sayısının 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca savaş sırasında göçe maruz kalanların sayısı ise 500 binin üzerindedir.
Fotoğraf: Lucian Perkins 1995.Çeçen savaşçılarla Rus ordusu arasında kalan mülteciler, otobüsle Grozni(Rusça:Korkunç)'ye yol alıyor.

0 yorum:

Yorum Gönder