fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2012

Eylül'den Mart'a Melankoli

Şu günlük yazarlarının kendini kasıp, "uzun zamandır yazamadım dostlar hastalığı"na ben de yakalanmışım, haberim yok."Yazıya nasıl başlayayım, uzun zamandır yazamadım, yoğundum, diye girsem mi" diye düşünürken, çok alışılmış bir giriş yapmakta olduğumu fark edip vazgeçtim.Bu itirafı da sizinle paylaşmak istedim.(Ne yapsam aynı etkiden sıyıramadım okuyucuyu.Bu aralar çok yoğun olduğumu fark etti.Aman zaten kaç kişi var?Yarısını çekiliş yapçam, kitap vercem  diye topladın.Rüşvetçi!)(Höyt!Baa mı didin?)
Facebook'daki tembel ve bezgin performansımdan da anlaşılacağı üzere bilgisayar başında geçirdiğim vakit, işler üzerinde yoğunlaşmaktan öteye gidemiyor."Aman be 2 dakika da mı bakamıyorsun?" sorusuna verdiğim yanıt: Artık gereksiz bir vakit öldürme aracı olarak gördüğüm feyzbuku ve tivitırı, sadece etkinlik ve mesajlarımı kontrol etmek için girdiğim 2. bir e-posta hesabı olarak kullandığım, şeklinde söylemlerden ileri gitmiyor."Dooru di mi yaaa?Feyz yokken naaapıyomuşuz hacı?" şeklindeki sorulara verdiğim cevap, "Cep telefonu yokken naaapıyomuşuz?" sorusunun cevabıyla aynı aslında.Cevabı net olmasa da koyduğum teşhis "teknoloji batması"dır.Literatüre geçsin efenim.(Oğlum koş koş, Şener literatüre yeni terim geçti.Kalk o feyzin başından da azcık feyz al.)
***
Böylelikle, siz buralarda yokken neler olmuş,  aslında nelere kafa yorup, o kafayı neden sıyırdığımın cevabı da sanırım anlaşılmış oluyor.Neler olmuş, bir bakalım:Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği'nin, İleri Fotoğraf Teknikleri isimli 2. Kur'unu bitirdim.3 ay süren kur, kış dönemine denk geldiği için ve dersler Irgandı Köprüsü'nün altında serin serin yapıldığı için fena hasta oldum.Sağlam yataklara düşüp, hiç bir sene yemediğim grip iğnelerinden yedim.Kur sonunda üye alımı sırasında, aslında üye alımının bize bahsedildiği gibi olmadığını fark ettim.Söylentiye göre 2. kur'u bitirmeyen üye yapılmıyorken, temel eğitimi ve 2. kuru almamış arkadaşlar da üye alındı.Temel eğitimi bitiren arkadaşlarım da üye olarak alındı.Sonunda anladık ki, dernek içinde iyi ilişkilerde bulunan, dernek yararına ve fotoğraf adına çalışan herkes, şartlar olgunlaştığında üye kabul edilebiliyor.Sanırım bu dönemden sonra temel eğitim de 2 gruba ayrıldı ve üye alımına daha farklı aşamalar getirildi.Bahsettiğim 2. kur sandığımdan da uzun sürmüş olacak ki, neden üye olmak istediğimi de unutmuşum.Fakat şu an dernekte olmayı seviyorum.2. kurun ardından Belgesel Atölyesi'nin başlattığı 3. Kur Belgesel Fotoğraf Eğitimi'ni alıyorum ki bu, beni daha da bir şeylerin içinde hissettiriyor.Yeni üyeliğim ve üyelerimizin vatana millete hayırlı olmasını dilerim.
***
(Geç kalarak okumaya başladığım, Oktay Sinanoğlu'nun, Bye Bye Türkçe adlı kitabından sonra, zaten dikkat ettiğim Türkçe yazılarıma daha da dikkat eder oldum.Bu yüzden de yazarken ne kadar yavaş ilerlediğimi, üzülerek fark ediyorum.Şöyle bir baktığımda ne kadar da yabancı dillerden giren kelimeler var ve ben bunların Türkçeler'ini kullanmaya çalışarak ne kadar da zaman harcıyorum.Oysa ki her yeni kelimenin, Türkçe karşılığını üretmekte bu kadar geri kafalı ve hazırcı olmasaydık ve bize verilenle yetinmeyip biraz üzerinde düşünseydik, bugün Türkçe'miz ile birlikte benliğimizi de koruyor olurduk.Bu arada kitabı tavsiye ederim."Üniversite"ye "evrenkent" diyerek, "madem çevireceksin al da böyle çevir be adam" der gibi Oktay Sinanoğlu.İlk sayfalarında rastladığım bu kelime, üzerinde uzunca düşünmeme sebep oldu. )
***
İşler yoğun vs demişken, yaptığım şey, üretim konumuz olan otomotiv yan sanayi üretiminde, daha yeni parçalara yönelerek farklılık ve çekicilik, haliyle satış artışı yaratmak.Bir çok kez fark ederek, kendime itiraf ettiğim şeyi bir kez de sizinle paylaşayım:Hangi parçanın üretilmesine öncelik verme konusu kafamı o kadar çok meşgul ediyor ki, trafikte araba sürerken, gözüm hep diğer araçların üzerinde, sağında, solunda.Allah vermeye, kaza yapmaktan korkuyorum.Bunun için yaptığımız yatırımlarla, aradan çıkardığımız bir haftalık İran fuarı var ki, daha fotoğrafları bilgisayara aktarmayıp, D80'in içindeki kartta bozulmalarını bekliyorum."İran'da neler yaptım?, ne çektim?, nasıl bir yer?" sorularına cevap olacak yazıya, anlaşılacağı gibi henüz el atamadım fakat Mısır yazısı hala devam ediyor :) Ha!Anasayfada ikisinin de yeri hazır, o ayrı :)
***
Bu satış arttırma mevzusunu 3-5 koldan hızlandırmaya çalışıyoruz ki bunun bir ayağı da yeni müşteriler bulmak.Bu sebeple yaptığım İstanbul seyahatlerinde, daha önce gittiğim Fenerbahçe'deki Çeçen Kampı'na tekrar giderek, oradaki çocuklara çektiğim fotoğraflarını verme fırsatını yakaladım.

1 ay sonra gelirim diyerek, üzerinden 4 ay geçmesi ve çocukların beni hatırlamaması tamamıyla benim hatam.Daha önce gidebilir ve verdiğim sözü tutabilirdim, olmadı.İstanbul'da olacağımı öğrenip, beni misafir eden Harun'la birlikte, Fenerbahçe'ye gidip çocukları bulduk.Küçük Emir'in saçları uzamış, çok şeker kereta.Sarılıp içime sokasım geldi vallahi.

Daha önce çektiğim fotoğrafı burada.Fotoğrafları görünce beni hatırlar gibi oldular ama; kışın, soğuğun, karanlığın ve televizyonda oynanan Beşiktaş maçının etkisiyle çok da alakadar olmadılar.

Yine de sorumluluğunu yerine getirmiş biri olarak, Harun'un benim için hazırladığı; çatı katındaki, çatının kesilmesi ve açılan boşluğun camla kapatılmasından ibaret cam altındaki yatağıma uzandım ve huzurla uyudum.Cam altı dediğim şey sabah kalktığımda üzerimden geçen martıların görselliği ve çığlıklarıyla daha da anlam kazandı."Keşke bir de güneş olsaydı" diyor insan.Böyle bir şehrin ortasında, güne böyle başlamak gibisi yoktur belki de.Umarım bir dahaki sefere bu güzelliği çekmeyi akıl edip, burada sizinle paylaşabilirim.

Bu arada soldaki fotoğrafta Emir'in abisi Muhammed(ki kendisi daha önceki gelişimde benimle etraflıca ilgilenen ve kampı gezdiren rehberimdi), bizi diğer arkadaşlarının evlerine götürürken, havanın çok soğumuş olduğundan da yakınmayı ihmal etmiyor.Ben, şu anda sıcak evimde bu satırları yazarken ve "kombinin derecesini bir seviye daha arttırayım mı?" diye düşünürken, Muhammed ile dünyanın en güzel şehirlerinden İstanbul'un, en afilli yerlerinden Fenerbahçe sahilinde kesişen hayatım, bir tesadüf olmamalı düşüncesiyle bu bakışa kilitlenmiş, yazının sonunu nasıl getireceğimi düşünüyorum.Çünkü ne yazarsam yazayım, bu hayatın neresinden tutarsam tutayım, Muhammed'in bu mülteci kampında doğan kardeşi Emir'in ve 11 yıldır bu kampta yaşamak zorunda bırakılan yaşıtlarının hayatlarını değiştirmeye bir faydam olmayacağı gerçeği duruyor önümde, kocaman!

Yaşamak zorunda bırakılan hayatları yaşayan, tüm savaş çocuklarına atfolunur.

27 Eylül 2011

Beylerbeyi'nde Düğün, Çeçenistan'da Futbol Maçı (2. Kısım)




Ertesi gün, "Fenerbahçe sahilde oturalım, sonra da Bursa'ya döneriz"di planımız.Eylül sonu...Güneş hala gözümü açamayacak kadar parlak.Yeter artık, biraz sonbahara bırak meydanı, sen git güneylere bak seni bekleyenler var, hadi diyorum, dinlemiyor.



Yok efendim, kışı görmeden gitmem, bir edalar sorma gitsin...Gidersin, gitmezsin...Biz kalkıyoruz madem, hadi sana kolay gelsin(Arada güneşle de konuşurum ama pek anlaştığımız söylenemez.En son Kumla'da denizin ortasında kitap okurken 4 saat tartıştık.Git diyorum yok, git diyorum yok.Bi inat, bi inat...Hala soyuluyorum)


Daha iyi gözükmesi açısından yakın kesiti aşağıda...Botun üzerindeki ben oluyorum.



Yakın arkadaşlar arasındaki hesap ödeme kavgasına bayılıyorum.Buradan al, yok buradan al...O misafir al burdan, hadi be nerden misafir oluyorum, sensin misafir.Afallayan garson ve final...Hesabı ödeyip kalkıyoruz.

Dönüşe geçtiğimiz sırada şu yazıyı görüp, duruyorum.




Burası orası...Gazetedeki haberi hatırlıyorum.Ben diyorum, buraya girmeliyim.Bu tepkimi gören diğer insanlar da bir an duraksıyor.Arkalarına bakarak yürüyorlar bir süre.Yürüyüşleri yavaşlasa da umursamıyorlar...Bağlantıdaki haberin çıktığı sırada, Çeçen-Rus Savaşı'nda çatışmış Çeçen komutanlarından birisi sokak ortasında infaz edilmişti.Geçtiğimiz hafta da üç infaz gerçekleşti.Mülteci olarak Türkiye'ye sığınan bu Çeçenler'in her biri henüz "misafir" kimliğiyle barınıyor.



Çocuklar okulda misafir kimliğiyle eğitim görüyor.Diploma alma hakları yok.Anne babalarının çalışma izni yok, sigortaları yok.Alelade bir masanın üzerinde duran boş yemek kapları, yardımlarla ya da devlet tarafından verilmiş yemeklere ait kaplar olduğunu ispatlar gibi...Bu kampın benzeri, Ümraniye ve Beykoz'da da var.



Burası Çeçenistan değil, Fenerbahçe Orduevi ile sahildeki çay bahçeleri arasındaki yaklaşık bir dönümlük arazi.Burası küçük Çeçenya...





Büyükçe iki kanatlı kapısı var kampın, zincirle ve asma kilitle kapanan...14 yaşında bir kız çocuğu karşıma çıkıyor önce.Selam verip konuşmak istiyorum.Türkçe'si mükemmel.Şaşırıp soruyorum.9 yıldır buradayım diyor.Fotoğraf çekip çekemeyeceğimi soruyorum, Letonya'dan aldığım Zenit fotoğraf askısı aklıma geliyor, utanıyorum."Burası mülteci kampı olduğu için bazıları istemez" yanıtını veriyor.


Bunlar da istemedikleri hayatları yaşamak zorunda bırakılan küçük Çeçenler...



Muhammed, Ali ve Hasan.Yaşları 9,7 ve 8."Sırayı bozmuşsunuz, 9,8,7 yapın fotoğraf çekeyim" deyince hemen düzen alıyorlar.Okula gidiyorlar.Muhammed 4 aylıkken buraya gelmiş, Ali ise Yalova'da doğmuş."Beni siz mi gezdireceksiniz?" sorusunun, aslında bir rica olduğunu anlayıp fırlıyorlar hemen."Top sahasına gideceğiz, gezdikten sonra maç yaparız"diyorlar.


Ofsaytı bile bilmeyen biri olarak, "futboldan anlamam ben" diyorum ama, tevazu gösterdiğimi düşünüp, ısrar ediyorlar.Barakaların ortasındaki meydandan geçerek, namaz kıldıkları çadırın arkasında, top sahası dedikleri yere geliyoruz.



Çadırın arkasında kız kardeşini ağlarken buluyor Muhammed.Ablası vurduğu için ağladığını anlatıyor, abisinin anladığı dilde.



Yazın denize girdiklerini söyledikleri sahilin solu Fenerbahçe Orduevi, sağı ise kafelerin bulunduğu sahil şeridi.Sahile inen merdivenler var, fakat iki tarafta da geçmelerini engelleyen demir parmaklıklar mevcut.


Sahilin en güzel yerine sahip olsalar da, bunu umursadıklarını sanmıyorum.Muhammed, sağdaki betonun üzerine çıkıp sonuna kadar yürüyerek, oradan atladıklarını anlatıyor gözleri parlarken.



Sonrasında fotoğraf çekip çekemeyeceğini soran Ali'yi kırmıyorum, fakat bu kez hepsinin elinden geçiyor D80.Ali'de potansiyel var.Dik ya da eğik kadraj olması gerektiğine karar verebiliyor.



Yalnız ben aferin dedikçe, marifet makineyi döndürmekteymiş gibi, bu kez de ters tepe taklak çekmeye çalışıyor :) Sonra Muhammed'in kardeşi Amir(Emir) geliyor yanımıza.



Abi abi diye dolaşan 4 çocuk, makinenin üzerinde benimkilerle birlikte 10 el oluveriyor bir anda.



Durun! diye müdahale edip, sırayla çekmelerini sağlıyorum.



Küçük Emir dahil herkes çekiyor.Alttaki fotoğrafın telif hakkı Emir'e ait.



Tam ikinci tura başlayacakları sırada, zamanımın kalmadığını hatırlıyorum.



Muhammed'e fotoğrafları getireceğime dair söz veriyorum.

Gitmeden futbol oynamaya razı ediyorlar beni.Ortada sıçan oynuyoruz.Topu kapıyorum, vermiyorum, şaka maka, top oynuyorum.Topu kaptırıp ortaya geçtikten sonra, artık onlara veda ediyorum.Her zaman gelemeyeceğimi, buraya 3 saat uzaklıkta Bursa'da oturduğumu belirtince, Muhammed de, "Benim memleketim buraya otobüsle 2 gün" diyor.

En erken 1 ay sonra geleceğimi belirtmeme rağmen, emin olun her bir dakika geçtikçe bu sözün altında ezildiğimi hissediyorum.Yabancı biriyle kurdukları yarım saatlik arkadaşlığın değerini, hayatım boyunca unutacağımı sanmıyorum.Bu çocuklar her ne kadar neşeli, umut dolu, hayata vurdumduymaz bakıyorlarsa, anne babaları da bir o kadar umutsuz, suskun...1994'tenn bu yana süren savaşın sonunun ne olacağı, ülkelerini bir daha görememe endişeleri, her zaman boğazlarında bir yumru.Yanlarından geçerken sadece verdiğim selamı almaları, yüzüme "senin gibi niceleri geldi" bakışları, artık yaralarının nasır bağladığının açık ifadesi...




Savaş'ta hayatlarını kaybedenlerin sayısının 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca savaş sırasında göçe maruz kalanların sayısı ise 500 binin üzerindedir.
Fotoğraf: Lucian Perkins 1995.Çeçen savaşçılarla Rus ordusu arasında kalan mülteciler, otobüsle Grozni(Rusça:Korkunç)'ye yol alıyor.