28 Mayıs 2012

Mısır:Devrimden Önce...

Maalesef şu günlük işini hakkıyla yapamadığımdan ötürü böyle bi başlık koyma şerefine nail oldum.Artık iyi mi oldu kötü mü oldu bilinmez ama Mısır'a gittik, geldik, devrim oldu ve ben ancak yazmaya fırsat bulabildim.Efendim, herkes yerini aldıysa başlıyorum...
Yine bir bayram, bu kez 2010 kurban bayramı..."Bayramda müslüman ülkeye gidilmez" dediler.Kim demiş, neden demiş, neden gidilmezmişi bir de kendimiz görelim diye arife günü bir kuşluk vakti düştük yola.(Kuşluk vaktinin hastasıyımdır.)Önce İstanbul sonra ver elini Kahire.
Daha önce fuar nedeniyle Kahire'de 8 gün bulunmuş biri olarak Mısır'ın artık beni şaşırtacak bir şeyi kalmamışçasına rahat ve heyecansız bir uçuş geçirdim.Kahire'ye indiğimizde hava alanı önünde yöresel dans eden insanlar vardı.Öyle kalabalıktı ki otobüsümüze ulaşmakta zorluk çektik.Daha önceki geliş ve gidişlerim gece olduğu için bu kadar kalabalık olduğunu görmemiştim, şaşırdım doğrusu.Oysa ki, toplam nüfusu 15 milyon olan Kahire'nin, Nil kıyısı olan şehir merkezinde 7 milyon insan, zengin kesimi oluşturuyor.Geri kalan kısmı çöl kesiminde yaşayan halkın neredeyse tamamı, gün içinde çalışmak için şehir merkezine geri dönüyor.Bu da merkezin neden bu kadar kalabalık olduğunu açıklıyor.
Bu öyle bir kalabalık ki, Mısır'a ilk gelişimde,(dediğim gibi uçak gece inmişti ve şehir çok sakindi) sabah uyandığımda, otelin penceresini açmamla aşağıda akan araba nehri ile karşılaşmam bir oldu.Otel şehir merkezindeydi ve 5 dakika etrafı izlemem bana bu keşmekeş hakkında bilgi sahibi olmama yeterli oldu.Klimanın sesiyle uyandım önce.Daha önce klima çalışan bir odada uyumamıştım.En azından bu kadar gürültülüsüyle.Bu sesi korna sesleri takip etti.Camı açtığımda ise artık klimanın sesini duyamaz hale gelmiştim.Araba sesleri klimayı bastırıyordu.Daha sonra odanın içini kaplayan o keskin ve ne olduğunu bilmediğim koku...Bu koku, bazen mistik, bazen iğrenç gelebiliyor fakat sonunda alışıyorsunuz.Başında yaklaşık 2 metrelik tepsinin üzerinde taşıdığı lavaşları insanların arasından bisiklet kullanarak geçirmeye çalışan bir insan çarpıyor gözüme, kalabalığın içinde.Daha sonra çöp kamyonu yanaşıyor karşı kaldırımın önüne.Fakat çöp konteynerlerinin önüne park etmiş bir araba var.Sorun yok.Çöpçüler iniyor, etraftan bir kaç kişinin yardımıyla arabayı geriye doğru itiyorlar.Bu sahneyi gördükten sonra, ilk gün için bu kadar yeter diyerek camı kapatıp, yatağıma geri döndüğümü hatırlıyorum.
Bu sefer neyse ki gündüz geldik, alışmakta zorlanmayacağım.İlk kez gelenler biraz şaşkın tabi ama zaten buraya gelenlerin görmek istediği de bu keşmekeş, çapraşıklık...Otele varana kadar Türk rehberimiz eşliğinde panaromik şehir turu yapıyoruz.Aslında Mısır'da, yerel rehberlerin dışında her hangi birisinin rehberlik yapma yetkisi yok.Rehberimiz, bunu sık sık tekrar ediyor ve çoğu kez tutuklanma tehditiyle karşılaştığını söylüyor.Çünkü yerel rehberler sadece onlara öğretileni anlatmakla yetkili.Oysa ki Türk rehberimiz bize siyasi ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla Mısır'ı tamamiyle anlatabiliyor.Yıllardır sefalet çeken halkı ve gelir dengesizliğini, buna rağmen yönetimdekilerin medyayı kullanarak halkı nasıl uyuttuğunu ve orduyu ele geçirerek nasıl zor kullandığını...Bunları dinlerken ilk durağımız olan Enver Sedat'ın devlet kutlama törenleri sırasında suikast ile öldürülmesi anısına yapılmış anıtı ziyaret ediyoruz.Anıt alanında eski Mısırlılar'ı örnekleyen giysiler giymiş insanlarla karşılaşıyorsunuz.Hatıra fotoğraf çektirirken bayanlara son derece sapkın duygularla yaklaşan ve taciz eden bu arkadaşlara bakarken, bastırılmış duygularını dışa vuran zavallılar diye düşünemeden edemiyor, "merak etmeyin. üç ay sonra devrim olurken sokaklarda birbirinizin ırzına rahatça geçebilirsiniz, zira o gün, ülkenizde gezgin kalmayacak" diye iç geçiriyorum.
Daha ilk durakta böylesine kepazelikle karşılaşıp seni de yeterince gerdiğimin farkındayım sevgili okur ama, inan bu durumda söylenecek çok şey var.Fakat bunların hiçbiri bu temiz insanların suçu olamaz.Onları yıllarca sömürerek köleleştiren, yiyecek bir lokma ekmeğe muhtaç eden, düzensizleştiren, ellerindeki tek zenginliği olan neft yağına göz diken, medeni geçinen ve oysa tek dişli canavarlıklarını 1. Dünya Savaşı'nda tescillediğimiz batılı, bencil hainlerdir tek suçlusu bu durumun.Onlar ki, nerede kendilerinde olmayan bir zenginlik görseler saldırmakta, en ucuz yalanları söylemeye çekinmeyen, fakirden alıp zengine veren sahte krallarıdır dünyamızın.Onlar ki bugün yurdumuzda ve tüm güçsüz topraklarda kukla hükumetler yaratıp, memleketin dört bir yanını "su boşa mı aksın" yalanlarıyla, hidroelektrik, nükleer vb santraller kurma bahaneleriyle kepçe kepçe kazan, talan eden, harmanlayıp savuran canavarlardır.Bugün burada gördüğümüz de bu canavarların artıklarıdır, kültür yozlaşmasıdır, benlik kaybıdır.Hatta benliklerinin kaybolduğundan haberi olmayan bilinçsiz insanlardır.Tarihlerinden, dinlerinden, kültürlerinden uzaklaştırılmış, Mekdanılts, KEFECE, PizzaHat ile beslenirken, kendini medeniyetin beşiğinde gören ama son çırpınışlarını yaşayan bir toplum yaratıldığını şimdi daha iyi anlıyorum.Asıl anladığım şey ise, bugün Arap Baharı diye bize yutturulan şeyi, henüz bizim yaşamadığımız ve bu insanlardan ileride olmak yerine, bu insanların daha gerisinde olduğumuz gerçeğidir.Çünkü henüz bizler yalancı baharımızı yaşamakta ve ilerlediğimizi sanıyorken, Mısır gibi ülkelerin çok eskiden oturduğu kucağa, yeni yeni oturuyoruz.
Her şeye rağmen bu kültürü anlamaya ve bu karmaşayı görmeye gelen bir gezgin olarak görevimize dönüp ne gördük, onu anlatalım sayın okur.Enver Sedat anıtı ziyaretimizden sonra(hala bu çocukların elindeki çakma mızraklarla ve bu çocuklarla ilgili fantezilerim mevcut, unuttu sanmasınlar) otelimize yerleşiyoruz.Nil kenarındaki otelleri ayrı tutarak söylüyorum (Nil aktığı coğrafyaya hayat verdiğinden, çevresi de canlı, lüks ve bir o kadar pahallı) 3 ve 4 yıldızlı oteller beş para etmez.Türkiye'dekilerle kıyaslamamanızı şiddetle ve ısrarla tavsiye ederim.Şehri saran baharatımsı koku, otelin içinde de  mevcut.Koridorlardaki halılar, bir o kadar kirli.Daha önce şehir içinde kaldığım otele kıyasla kötü bir otel, fakat en kötüsü olduğunu düşünmüyorum.Tabi gittiğiniz ekibin otel içindeki eğlenceli etkinlikleri ve gece partileri varsa sıkılmak şöyle dursun, bütün olumsuzları unutuyorsunuz.Yapılan şehir turundan sonra akşam yemeğini, "piramitleri gören" "kalabalık" bir restoranda yiyoruz.
1.Not:Bu yazıda "piramitleri gören" tamlaması çok kullanılacaktır.Zira şehir merkezinde olup da bu dev piramitleri göremiyorsanız, kaybolmuşsunuz demektir.
2.Not:Bu yazıda "kalabalık" kelimesi de çok geçecektir.Zira Kahire'de olup da tenha bir yerdeyseniz, derhal kalabalığa doğru ilerlemenizi tavsiye ederim.Kaybolacaksınız demektir.
3.Not:Bu kelimeleri sık sık duymaktan sıkılırım diyorsanız derhal bu sayfayı kapatıp televizyondaki diziyi izlemeye dönebilirsiniz.Zira Mısır piramitlerinin sırrını başka yazıma saklıyorum, sayın okur.
Yemek sonrası, bu piramitleri aynı kadrajda toplayacak fotoğrafı nereden çekebileceğimizi tartışıyoruz üç kişi, bir otel odasında.Tolga'nın getirdiği google haritasına bakarak yer tespiti yaptığımız yere gitmek üzere saat 05:00'da kalkıyoruz.Kapı önündeki taksiciye yeri tarif edip pazarlığa başlıyoruz.Adamın yeri anlaması 3 dakika, pazarlık ise 20 dakika sürüyor.100 Mısır Pound'undan 20 pounda kadar inip anlaşma sağlanacakken başka taksici gelip, ben sizi götürürüm diyor.Ne olduğunu anlamadan, korsan taksinin içinde buluyoruz kendimizi.Elimizdeki haritaya göre bütün ihtimalleri değerlendirerek, piramitlerin etrafını saran duvarların arkasına geçmeye çalışıyoruz fakat başaramıyoruz.Taksiden inip yürümeye karar veriyoruz.Gün doğuyor, çekmek istediğimiz fotoğrafın saati geçiyor, yine de inatla uygun bir bölge aramaya devam ediyoruz.Sonunda bu büyük çemberi, merkezine doğru delen bir sokak buluyoruz.Uzun bariyerli bir güvenlik kapısı var, güvenlik görevlisi yok.Önümüzden bir bayan giriyor, arkasından biz.Ne kadar tehlikeli olabilir ki?Az sonra önümüzde giden bayan, soldaki fabrika olduğunu tahmin ettiğimiz binaya giriyor.Bu kez yukarıya doğru daralan sokaktan bize doğru, kağıt vs. toplayan bir adam geliyor bisikletiyle.Adamı geçtiğimizde piramitlere çok yaklaştığımızı, önümüzde sadece örgü teller kaldığını ve bu tellerin hemen arkasında sıklıkla dikilmiş direklerdeki güvenlik kameralarıyla izlendiğimizi fark ediyoruz.Direğin birinin dibinde, zorla aralanmış tellerin, kameranın kör noktasına geldiğini fark ettiysem de, diğer iki arkadaşıma durumu fark ettirmeden devam ediyorum.Bir an duraksayıp yine de devam ediyorum.Artık sadece iki kişinin, ortadaki kablo kanalına düşmemek için yanlara basarak yürüyebildiği bir yola girdiğimizde, tel örgünün az ileride bittiğini ve piramitlerle aramızda başka bir engelin kalmadığını düşünüyoruz.Bize doğru gelen güvenlik görevlisi ile polis karışımı insanı saymazsak! Bizi kibarca karşılayıp aşağıdaki çıkış kapısına kadar eşlik edeceğini belirten Mısırlı arkadaşımızın aksine, çıkış kapısındaki görevli onun kadar sakin olamayıp "nereden girmiş bu gezginler, halbuki aşağıdaki kapıya güvelik koymuşlardı kanka, o kadar dedim adama görev yerini terk etme diye" anlamına gelen el hareketleri yaparken aynı zamanda da bir takım sesler çıkartmayı ihmal etmiyor.Sinirli arkadaşımızı geride bıraktığımızda, son iki dakikadır peşimizden ayrılmayıp, "look my friend, if you wanna take good photo, follow me" cinsinden cümlelerle bizi kandırmaya çalışan biri olduğunu fark ediyoruz.Fotoğraf çekmeye aç insanlar olarak, bu adama yaklaşık 100 pound kaptırıp, bizi abuk subuk bir binanın tepesine götürüp, "ahanda! take photo from here" demesine izin veriyoruz.Fazla detaya girmiyorum, kazıklanmış ve piramitleri gördüğümüz açıyı beğenmemiş olarak dönüş yoluna geçiyor ve saat 10:00'da otelin önünde diğer arkadaşlarımız ile güne başlamak üzere buluşuyoruz.Bizim için gün yeterince hareketli başlamış, hatta üzerinden 5 saat geçmişti.Otobüse bindiğimizde ne olup bittiğini merak eden, kahvaltısını zamanında yapmış, güne zımba gibi hazır diğer gözler, bu hikayenin bir hüsranla sonuçlandığını asla bilemeyecekler ve bu sır benimle birlikte mezara kadar gelecek!Sanırım...
Günün geri kalan kısmında, bütün piramitlerin içindekilerin sergilendiği Kahire Müzesi'ni ziyaret ediyoruz.Diğer ören yerlerine giriş gibi, burası da gezginlerden 60 Mısır Pound'u ücret alıyor.Mısır vatandaşı iseniz 2 pound ödeyerek girebiliyorsunuz.Öğrenci kimliği ya da öğrenci kimliği olabilecek görüntüye sahip herhangi bir kart ile girişler ise %50 indirimli.Bu konuda üzerinde fotoğrafınızın bulunduğu Bukart bile işe yarayabiliyor.Müzede fotoğraf çekmek yasak.Böyle bir girişimde bulunursanız, etrafta bolca bulunan polislerden bir tanesi yanınıza yanaşıp, çekmemeniz gerektiğini söyleyebilir, silmenizi isteyebilir.Sorun yaşamak istemiyorsanız kurallara uymanızı tavsiye ederim.Mısır için en çok merak edilen şey olan piramitler bölgesi ziyaretimi de bu paragrafta anlatmak isterim, çünkü Gize piramitler bölgesi Kahire müzesi ile yakından bağlantılı.Zira sergilenen objelerin tümünün, piramitlerin içinden çıkan şeyler olduğunu belirtmiştim.Piramitler bölgesi çok büyük bir bölgedir ve sanıldığının aksine Kahire'de Keops, Kefren ve Mikerinos'dan başka 100'den fazla piramit vardır.Piramit şekli ile yapılan ilk yapıt örnekleri Sakkara'da Mumya filminden bildiğimiz delikanlı çocuk, rahip İmhotep tarafından yapılmıştır.Bu piramit uzun zamandır tadilat halindedir çünkü uzun yıllar boyunca zarar görmüş ve piramit görünümü giderek bir tepe görünümü almıştır.Çevreye dikkatli bakıldığında bunun gibi bir çok tepenin eskiden piramit olduğunu anlamanız uzun sürmeyecektir.Sakkara bölgesinde ve Gize piramitleri bölgesinde de bedevilere çokça rastlarsınız.Çölde yaşayıp, geçimlerini gezinim amaçlı gelen gezginlere at ve deve gezileri yaparak sağlarlar.Bunlarla ilgili rehberler tarafından çokça hikayeler anlatılır, uyarılar yapılır.İlgilenmeyin, fotoğraf çekmeyin, bedava diyerek gezdirmek istese bile zinhar binmeyin.Zaten Mısır'da bir şey için bedava diye tanıtım yapılıyorsa hemen oradan uzaklaşın.Bu uyarıları çok uzatmayacağım, zaten bunları herkesten duyarsınız.Söyleyeceğim şu ki, Sakkara'da gözlerinizi bu çöl tilkilerinden sıyırıp etrafa iyice bakın.Çok yakınlarınızda tepecikler halinde, bakımdan yoksun kalmış ve yıkılmış piramitleri göreceksiniz.Bu çevrede doğal oluşum bir dağ yok.Gördüğünüz şey muhtemelen binlerce yıllık bir piramit.Daha sonra ufka doğru bakın.Eğer hava çok sıcak ve nemli değilse kilometrelerce uzaklıktaki diğer piramit tepelerini görebileceksiniz.Gize bölgesindekileri bu kadar ünlü yapan ise sadece büyüklükleri.Bir çok kaynakta zarar görmeden günümüze kadar gelmiş oldukları yazsa da bunun doğru olmadığı piramitlerin eski fotoğraflarına bakınca anlaşılmaktadır.
-Bu arada biraz resmi oldu yazılar, sıkılan varsa bir ara verelim, isteyen çıkabilir, gelince şurdan devam edersiniz.-
Piramitlerin eski fotoğraflarında dış yüzeyler tamamen sıvanmış gibi dümdüzdür.Her tarafı çöl olan bir ülkede böylesine itinalı hazırlanmış taşları bulmak zordur.Dönemin hükümdarları, saray, şato vs yaptırmak için, piramitlerin en dışındaki büyük blokları söküp kullanmışlardır.Böylece şimdiki görüntüsü olan basamaklı yapısına kavuşmuştur.Yine de piramitlerin üstlerine doğru bu bozulma azalır ve düz bir yüzey görürüz.Piramitlerin yanına yaklaştığınızda hayal ettiğinden de büyük olduklarını kendinize itiraf ediyorsunuz.Ne kadar geri de gitseniz bu üç devasa piramidi kadraja sığdıramıyorsunuz.Her zamanki gibi gezginlere 60 pound olan ören yeri, yerlilere neredeyse bedava ve burasını vatandaşlar mesire yeri haline getirmişler.Gün boyu oturup piknik yapabiliyorlar.Piramitlerin içine girme merakı sizi cezbetse de, en büyüğünün içine girdiğinizde göreceğiniz şey, dar ve dik koridorlardan geçtikten sonra, boş bir oda içinde boş bir lahit.Dediğim gibi, her şey müzede.Daha önce ziyaret ettiğim bu bölge yeterince ilgi çekici olsa da, bu kez gittiğimizde güneş batmak üzereydi ve sanırım amacıma uygun fotoğraflar çekip, tutuklanmadan otele geri dönmeyi başarmıştık.Ziyaret saati 5 gibi bitip en geç 6'da herkesi zorla dışarı çıkartıyorlar ve develi-kaleşnikoflu polisler her seferinde bizim gibi geç gelip çıkmak istemeyen gezginlerle ve hala para kazanmaya çalışan bedevilerle kavga ediyorlar.Bu büyük alanda ne kadar geride kalırsanız kalın, zamanı geldiğinde arkanızdan bir yerden mutlaka bir develi polis çıkıp sizi çıkışa doğru sürüyor.Bu polisi 0,25 TL'ye tekabül eden bir parayla kandırsanız bile arkasından başkaları gelip sizi çıkışa götürebiliyor.Memlükler'in top talimi yaparken burnunu parçalayarak, her Türk'ün "Aa aynı Bülent Ersoy" tepkisine mazhar olan Sfenks'i de görüp alandan çıkıyoruz.Güneşin batma saatine rastladığımız için bu ters ışık fotoğrafları da benim en sevdiklerim arasında.Buradaki ağzımın içine girecek kadar yakın develeri süren kızgın polisler "başlarım gezginine de fotoğrafına da" diye başlayan cümleler kurmaktan geri kalmıyorlar.Ne kadar uğraştıysak da şu heybelerindeki keleşleri çıkarttıramadık ya, yanarım yanarım, ona yanarım sayın okur.
Evet abicim, yemek konusuna gelince, "Ankara'dan sonra sulu yemek bulamazsın.Hep et, hep et" durumu burası için de geçerli.Değişik baharatlarla terbiye ettikleri etler, balıklar yemeye değer.Kendilerine özgü İngilizceleri ile bu şeker insanlarla anlaşmak, zaman zaman zor olabiliyor.İstediğiniz yemek gelmeyebilir, şaşırmayın, çaktırmadan yemeye devam edin.Bizim gibi üç yanı denizlerle kaplı bir yarımada ülkesindeki balık fakirliği burada yok.Tadını çıkarın derim, ekmekle kendinizi tıkamayın.
Ve başka diyar: İskenderiye...Uçağımız dönüşü İskenderiye'den yapacak ve bize bu güzel şehri görme fırsatı verecekti.
İskenderiye, her liman şehri gibi görülmeye değer bir yer.Fotoğraftaki yapıt, Hüsnü Mübarek'in yazlık olarak kullandığı sarayın kapısı.Bunun dışında misafirlerini ağırlamak için de kullanılıyor.Geldiğimizi görünce ne kadar ağırlamak isteseler de uçağın vakti yaklaşıyor ve artık içimizdeki ev hasreti gitgide büyüyordu.Kahire'deki o çapraşıklık, yerini düzene bırakmış, kendini şaşıran satıcılar, pazarlık nedir bilmez halde, bir deniz kabuğu için nuh diyor, peygamber demiyorlar, İskenderiye'de.Oysa ki, ne olduğu bilinmez taştan oyulmuş figürlere vereceğimiz para için 45 dakika pazarlık etmiş ve 170 pounddan 40 pounda indirdiğimizde bile içimizde hala "kazıklandık mı acaba?" sorusuyla vicdan yapan gezginlerdik bir gün önce.Her şeye rağmen burada, piramit bölgesindeki gibi kızgın polislere de rastlayamadık.Şöyle yazıdaki ilk fotoğrafa dönecek olursak, elindekini bize doğru kaldırmış gelen polis, emin olun "hoş geldiniz" demiyor mesela...