Bursa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bursa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Ekim 2012

Rolf'den Mektup Var

Bu yazımda farklı bir şey yapıp, konuk sanatçı kabul ettim sayın okur, fakat, nitekim, amma ve lakin, bundan konuk sanatçının haberi yok.İlk bilen siz olun istedim.

Rolf Boeck kimdir?


Bu sene çıktığımız güney sahilleri gezimizde, kaderin bir cilvesi sonucu tanıştığımız Alman gezgin...Şu yazımın 3. paragrafında bahsetmiştim ama yine özet geçeyim:Ölüdeniz'den Kalkan'a giderken yol üzerinde Letoon antik kenti vardır.Varmış daha doğrusu.Tabelayı görüp, nedir bu Letoon diye oracıkta internetten küçük bir araştırma yapmak üzere durduk.Daha bir dakika geçmeden yanımızda beyaz bir Hyundai Starex(her şeye link vereceğim, rahat olun) durdu.Önde 3 kişi olmak üzere toplam 7 kişilik yabancı gezgin kafilesiydi.Nereye gittiğimizi, eğer Letoon'a gidiyorsak, oraya giden bir yolcuları olduğunu ve onu götürüp götüremeyeceğimizi sordular.Gidip gitmeyeceğimize karar vermeye çalışıyoruz, orada ne var, bilmiyoruz, dedik.Şoför olan başladı anlatmaya:"Hacı, orada çok güzel bir antik şehir var.Tiyatro var, agora var, manzara var, göl var, süper yani...Biz de gitmek istiyoruz ama hava çok sıcak."


Bizim İngilizcemiz mi bozuk, Starex'in motor sesinden  laflar anlamını mı yitiriyor, bilinmez, adamcağızı bizim arabaya oturtuverdiler.Aşağıda göreceğiniz fotoğraflar Rolf'e ait ve göreceğiniz üzere ortada ne göl var ne manzara...Starex'li hippiler bizi ayakta yemişler yani bacım affedersin...



Rolf amca arabaya oturunca biraz tedirgin olduk tabi.Neticede elin adamı.Yolda otostop çekse almam.Yani şahsına özel bir durum değil, kimseyi almam zaten ben.Ama işte herifler laf kalabalığına getirip kakaladılar adamı babam affedersin.Ona takıldım biraz.Bir şey de diyemedik, adam yabancı...


Neyse tabi tanıyınca sevdik.Rolf'ün Türkiye'ye ilk gelişi değil bu...77 yaşında.65 yaşında emekli olmuş ve Türkiye'de bir çok yeri görmüş.Bursa'lıyız dedik; başımdaki şapkayı İznik'ten, gömleği de Yeşil Cami'nin oradaki bir dükkandan aldım, dedi.Kütahya'da okuduk biz, eşimle orada tanıştık dedim; döner gazino var orada, dedi.Van depreminden 2 gün önce Van'dan ayrılmış.Trabzon, Şanlıurfa, Gaziantep...Anlattı da anlattı...Letoon'a daha önce de gelmiş.Niye geldin bir daha da diyemedik.




















Türkiye'de arkeolog bir  arkadaşı olduğunu ve Türkler'in gezi anlayışının, Mevlana'yı ziyeretten ibaret olduğunu söylemiş.E amca bu kadar gezmişsin, sende Müzekart vardır; dedik ama, yabancılara Müzekart satılmıyormuş.Yabancılara uygulanan müze ve ören yeri girişlerindeki fiyat farkının da gayet farkında...Kıs kıs gülüyor bunları anlatırken ama umurunda olduğunu pek sanmıyorum.Bizim cebimizdeki Müzekart'ın varlığının verdiği rahatlıkla her ören yerine ücretsiz giriyoruz.Mesela Xhantos...Alanı gezmek için 1 saatten fazla zamana ihtiyacımız varmış.Bunu öğrendikten 10 dakika sonra arabaya binip Kalkan'a doğru devam ettik.Çünkü daha dalış yapacaktık.Daha önemliydi.Xhantos'u yemişimdi...Koskoca Patara Örenyeri mesela...10 km²...Ama biz Patara plajına gidiyoruz.Saat 19:00'dan sonra kaplumbağalar kullanıyormuş plajı.Ne şirin(!)



















İlginçti Rolf...Türkiye dışında Yunanistan, İspanya ve İtalya'yı da gezmiş.Dişlerini de gelmeden önce yeni yaptırmış sanırım, pek bir sırıtıyordu.Dişler yani...Şeker adamdı Rolf...Fethiye'de kalıyordu ve kendi çapında günlük geziler yapıyordu anlattığına göre.Genelde gezdiği yerlerden bahsetti.Gezerken gördüğü olumsuzluklardan...Bir ara bastığımız taşta, antik Roma yazısı olduğunu fark ettik ve kenara çekildik.Öyle bir yerde duruyordu ki, basamak olarak kullanılmıştı ve basmamanın imkanı yoktu.Yazıların bazı yerleri neredeyse kaybolmuş ve taş çökmüştü.Daha önce böylesini ve daha kötülerini gördüğünü söyledi.Belki de bu yüzden ikinciye, belki de üçüncüye geliyordu buralara.Olumlu ya da olumsuz bir değişim görmek için...



















Rolf'e fotoğraf geçmişiyle ilgili hiçbir şey sormadım.Aynı yerlerde çektiğimiz fotoğrafları karşılaştırınca onunkilerde bildiğin aşk var.Bense görev icabı çekmişim.Omuzunda taşıdığı küçücük heybesindeki makinasıyla iyi iş çıkarmış bence.Dediğine göre çantasında bir de BİM'den aldığı su varmış.Elma suyuyla karıştırıp içiyormuş.Aynen şöyle dedi:"Su and elma suyu, mixed, from BİM" Kendisini "yabancı bir dil öğrenemeyecek kadar tembelim" diye tanımlayan bir ihtiyar için, gayet iyi bir başlangıç.


Daha sonra beyaz Starex'li hippilerin bahsettiği gölün manzarasına bakan, Letoon'un antik kalıntılarına oturduk ve biraz daha sohbet ettik.Ya da sarnıçlara dolan suıyun oluşturduğu gölet de diyebiliriz buna...Birbirimize e-posta adreslerimizi verdik ve vedalaştık.Bu anı da, koca bir yıl yaşananlardan kaçışımızda yaşadığımız, hatırlanacak anlamlı tek şey olarak bu günlükteki yerini aldı.

Spock! Işınla bizi...

19 Mart 2012

Bir Düğünü Şoför Mahallinden Çekmek:Nilay ve Cüneyt

Sanırım uzun gezilerdense, kısa ama insan hayatındaki değişik durumları paylaşmak daha cazip geliyor bana, şu günlükte.Sizi neyin beklediği bir muamma, günün içinden ve buraya yazılmaya değer bir deneyim.Bu yüzden Mısır yazısını hala tamamlamış değilim.Bugünse buraya yazılmaya değer bulduğum olay, bir düğün."Şener düğün fotoğrafçısı olmuş, koş hanım!" diyenler acele etmesin, çünkü sadece düğün şoförü oldum.Bir akrabamızın düğününde şoförlük yapma görevi her nasıl bendenize düşmüşse, bu görevden zevk alınacak bir yan bulmak da yine şahsıma ve bizzat kendime düşmüştü ki, o gün asansörden inmeden çektiğim şu fotoğraf, aynı zamanda düğün davetlisi olan bir şoförün güne nasıl başladığının fotoğrafi belgesidir.
İlk iş olarak önceden yıkanan arabanın süslenmesi görevi için çiçekçiye gittim.Çiçekçi, gelin ve gelinin babası arasında kurduğum üçgen bağlantının sonunda çiçekçinin, "abi araba çok güzel oldu, bi de önünde çeksene beni" isteğinin sonucunu, aşağıda gözlemlemektesiniz.
Daha sonra gelini kuaförden alma görevi vardı ki, Bursa'nın göbeğine bir düğün arabasıyla girmek stresini yüce Rabbim hiç bir kuluna nasip etmesin, amin.Kuaförün tarif ettiği şekli ile salonu bulmaya çalışırken terlemedim desem yalanın kuyruk bağlanmışı olur.Bursalı evli bir erkeğe, "Kağan Güzellik Merkezi" de mesela, bilmemesinin imkanı yoktur. Nalbantoğlu de, Bursaspor Otoparkı de.Bunların birini dese zaten bulacağım da, yok şuradan gir, sağa dön, sola dön..."Abi zarf, zarf" diye peşimde koşan çocuklarla birlikte Heykel'in altını üstüne getirdim vesselam.Bir ara durup, "zarf yok, fotoğraf çeksem olur mu?" dediğim çocuğun şaşkın hali:
Ardından gelin ve damadı bulmanın haklı gururu ve havanın güzel olması sebebi ile, fotoğraf çekiminin yapılacağı Botanik Park'a doğru hareket ettik, nihayet.Vardığımızda ise iki fotoğrafçıdan biri gelmişti.Diğerini beklemeden çekime geçecektik, ama önce arabadan çıkardığı reflektörü "yardım eder misin?" diyerek bana uzattı.Boynumdaki fotoğraf makinesini gördükten sonra biraz daha rahatlayan 1. fotoğrafçı ile aramız, gayet iyiyken, 2. fotoğrafçı geldikten sonra, çok bozuldu.Öyle böyle değil.Bi kıskançlıklar, önüme geçmeler falan.Size noluyo, oğlan bizim kız bizim diyerek çekmeye devam ettim.Reflektörü tuttururken iyiydi...

Şaka bir yana bugüne kadar çektiğim fotoğraflarda yetersiz ışık sebebiyle düşük enstantane değerlerinden ötürü yaşadığım titremeleri, bu reflektör sayesinde hiç yaşamadım ve gayet tatmin edici fotoğraflar çektiğimi düşünüyorum.
Bu fotoğrafı çeken fotoğrafçı muhtemelen, gelinin parmağındaki yüzükten başlayan bir netlikle, damada doğru giden netsizlikte bir fotoğraf çekti.Bense durduğum noktadan bu kadrajı tercih ettim.Reflektörü geline doğru tuttuğum için nasıl net ve keskin olduğuna bakın.
Her gün düğün fotoğrafı çektirmeyen gelin ve damadın, acemiliklerini üzerlerinden atmaları uzun sürmedi ve gayet eğlenceli dakikalar yaşandı.Bir de şu 2. fotoğrafçı olmayaydı diye düşünmeden edemiyorum.İşte aşağıda Cevat Kelle misali donanımlı yerde yatan 2. fotoğrafçı.Önünde duran da gelinin en yakın arkadaşı Tuba.Bir dolgu flaşıyla o da görünür hale gelebilirmiş ama burada önemli olan 2. fotoğrafçıyı yerle bir etmek.
Bir düğün hakkında her zaman şunu savunmuşumdur; davetliler düğüne gelini ve gelinliği görmeye gelirler.Damat arabası değil, gelin arabasıdır.Fotoğraf çekiminde en çok zaman geline ayrılır, gelin başrol, damat figürandır.Ve işte centilmen Cüneyt, Nilay'ın oturacağı yeri hazırlıyor.
Duygusal anlar...Sadece duvağı ve içini konu alan bir kadraj da tercih edilebilirdi.
"Hep gelini çekiyosunuz, ben küstüm" diyen Cüneyt...
Çekilmekten sıkılan Nilay'ın, "biraz da ben çekeyim" fotoğrafı...
"Biraz da ben çekeyim Nilay" diyen Cüneyt'in fotoğrafı...
"Konu net olsaymış iyiymiş" diyen Şener'in fotoğrafı...

Daha sonra gelini anne evine bırakıp, damadın evinden davulcu ve klarnetçi ikilisini almak üzere yola koyulduk."Abi sen bize yolda da çalarsın" diyerek, klarnetçiyi gelin arabasının arka koltuğuna kıvrak bir hamleyle katıp, gelin almaya doğru yola devam ettik.Bu kısımdan bir fotoğraf olmaması tamamen benim hatam, ama güzel bir deneyimdi.
Ara not: Paspasın üzerindeki su birikintisinin sebebini az önce çözdüm.
Kız evine geldiğimizde gelinin beklediği odada şu fotoğrafı çekebilmek, her ne kadar gelinin akrabası olsam da, garip bir deneyim.Burası, bir adetin yerine getirilmeden önceki gizli mabedi gibi...Erkek tarafından kimse giremez, kapıya mesafeli durur.Kapıda kız tarafından eş, dost, akraba bekler.Damat kimi zaman eve bile giremez.Dışarıda heyecanlı bir bekleyiş varken, içeride, az sonra yaşanacak ayrılığın hüzünlü bir duruşu vardır, yüzlere yansımayan.(Gizemli arkadaş Tuba, burada da net çıkmamış.)
Her şey bitip, gelin nihayet arabaya bindiğinde, herkesin içinde tarif edilmesi güç bir his vardır.Ailenizden ayrılırken, düğünün sıkıntılı bir aşaması daha geçmiş gibi hissetmeniz sizi rahatlatır.Başka bir ailenin sorumluluğunun omuzlarınıza binmesi hissi, sıkıntılarınıza bir başkasını ekler ve bu karmaşalar içinde sizi rahatlatacak olan, az sonra gözünüzden dökülecek olan gözyaşları olacaktır.Kimseye belli etmediğinizi sandığınızda, aslında arabadaki herkesin ağladığını ve herkesin belli etmemek için camdan dışarıya doğru döndüğünü fark ettiğiniz andır.Bu durumda eğer gelin sizseniz, herkes sizi teselli etmeye çalışacak ve kısa bir süre sonra, "amaan! aç bi oynak şarkı da neşemizi bulalım şoför(bu hikayede ben oluyorum)" diyen damada, gülen mağrur gözlerle bakarak gözyaşlarınızı sileceksiniz.(Evet annem, dejavu bu oluyor.)
(O sırada, şoför aynadan damadı keserken, bir yandan da koltuğun yanında usulca yatan, üzerinde "acı var mı?" yazan  oduna uzanmaktadır ;) )


Mutlu olun, Nilay ve Cüneyt



14 Kasım 2010

Uludağ Zirve ve Kilimli Göl

Uzun zamandır zamana karşı kalıcı olamadığımı, yani yazamadığımı fark ettim ve gezilerden arta kalan fotoğraflara bakarak gezi rehberi tadındaki yazılara devam etmem gerekliliğini hissettim.Bütün yorucu yaz dönemi boyunca neredeyse her haftasonu koştura koştura bir yerlere gitmek zorundaymışım gibi oradan oraya salınıp durdum.
Ağustos ayında düzenlenen Uludağ Zirve ve Kilimli Göl Gezisi'nde 2 gruba ayrıldık.İlk grup Kilimli Göl'e araçlarla çıkacak diğer grup da Volfram Madeni'nden yürüyerek çıkacaktı.Yürüyüş grubunu seçerek doğru karar verdiğimden hiç şüphem yoktu zaten.
En arkada artçı artçı giden ben oluyorum.


Bulunduğumuz tarih itibari ile Apollo kelebeğine rastlamak oldukça heyecan vericiydi.Etrafımızda  bir kanat çırpıp bir süzülüşleri izlemeye değer bir dünya güzelliğiydi.Dünyada sadece bu kelebeğin kanat çırptıktan sonra kuş misali süzülerek uçmaya devam edebildiğini öğrenince, yeterince şanslı olduğumu anlıyorum.
Parnassius Apollo
Ağır aksak yürüyen, gördüğü her börtü böceği çekmek için mola veren grup ile hatırlayamadığım bir süre sonunda zirveye vardık.
Zirvede uygun kadraj ararken çekilmiş bu fotoğrafımdan sonra muhtemelen soluma dönüp şu fotoğrafı çekeceğim.
Şu zamana kadar elimdeki ekipmanlardan nikon 50 mm f1.8 af lensi almakla hiç hata etmediğimi bu fotoğrafa bakıp bakıp anlıyorum."Dadından yinmez" bir seyri var.Yanal ışığın etkisi de hafife alınamaz...
Az sonra ise, yani ikincisini gerçekleştirdiğim zirve tırmanışında, zirve defterine "ilkini geçtiğimiz kış gerçekleştirdiğim tırmanışta bu deftere yazacak takati kendimde bulamamıştım.Şener Yıldırımlar 23/08/2010." yazacaktım.Zirveden çektiğimiz fotoğraflardan sonra ise aşağıda kurulan kampımıza doğru yola çıkacaktık ve işte Kilimli Göl, yaklaştıkça böyle gözükecekti.
Çok eğlenceli 2 günlük kamp sırasında gece yatacağımız matı şişirip çadıra koymadan önce gölde gezinme keyfini yaşadım.Mat demeye bin şahit lazım ki kendisi deniz yatağından hallice bir icattır.İşte şişirme anı ve kamptan bir görünüm...
Bu da yorgunluğumu attığım keyif dakikaları :)
O gün çevrede çektiğim diğer fotoğraflar:
Bu fotoğrafta ve diğerlerinde 50 mm nikon lensi ters bağlamak suretiyle değişik etkiler yarattım.
Kilimli Göl
Kilimli Göl
Ertesi gün kampı toplayıp dönüş yoluna geçtik.
Dönüş yolunda da makrolara devam ettik tabi...



Yakaladığım kare bu olsa gerek :)


Benimki kaç santim öğrendim: http://bit.ly/i9jg9g seninki kaç santim?