Ekim 2010
Bu yıl Kastamonu Fotoğraf Topluluğu, Türkiye'nin her yerinden davet ettiği fotoğrafçılarla inanılmaz bir buluşma düzenledi.Amatör bir ruhun sonucu olarak adı "topluluk" diye anılan bu muhteşem birleşimin ardında, valilik, belediyeler ve koskocaman bir Kastamonu halkı duruyordu.Zinhar, küçümser tavırlarla yaklaştığım düşünülmesin, zira başardıkları olağanüstü bir organizasyon ve samimiyetti.Bu başarıyı gösteren bir oluşumun adının, nasıl oluyor da "topluluk" olarak anıldığı uzun süre aklımı kurcaladı.
***
2011 düzenleme:2011 yılında "Kasfot" ismi sabit kalmak suretiyle, Kastamonu Fotoğraf Sanatı Derneği adı altında dernekleşmiştir.Adının Kasfot kalması, aynı ruh ile başaracakları etkinliklerin devamı olacağını düşündürmüyor değil...
***
Ekibimiz, Kasfot'un çağrısıyla yola çıkan 30 kişi kadar...
Konaklama:Yolkonak İzcilik Tesisleri'nde, barakada ya da çadırda.(Tercihim tabi ki süper lüks ve konforlu çadırdan yana:))
Hava:Kastamonu'ya yakışır bir sonbahar... Yağmurlu, serin.Güneşin yüzümüze güldüğü zamanlar çoğunlukta.
Her şeyin normal seyrinde gözüktüğü dakikalarda, şu anda yoldayız.Kendini otobüs zanneden minibüste, dar koltukta oturmaktansa, sırt çantamı başımın altına dayamış, uzun koridorda boylu boyunca uzanıyorum.Bu yol bitmez.Uyumak, yerinde bir tercih.Koridora yatmaksa, kesinlikle kendi tercihim değil.Otobüste yer yok.Bir kişi fazla...Ben, şahsım ve sırt çantam, otobüse en son bindiğimiz için bize yer yok.Koridorun iki yanındaki fotoğraf dostlarıyla sohbet ederek ya da uyuyarak Kastamonu'daki Yolkonak İzcilik Tesisleri'ne, sabahın ilk saatlerinde varıyoruz.Çantalarımızı tesisin içindeki odalara yerleştirdikten sonra bizim için hazırlanan sabah kahvaltısına geçiyoruz.Zamanımız geniş değil.Kastamonu tüm güzelliği ile bizleri bekliyor.Katılım belgeleri için isim yazdırdıktan sonra(ismi doğru yazılanlar için sorun yok ama benim için her zaman bir sorun var.Soyadım genelde"Yıldırım" olarak yazılır.Bu yazdırdığımız isim, düzeltme için) üç gün boyunca bizimle birlikte olacak, Kasfot değerli üyesi Mustafa Özeflanili ile buluşuyoruz.Kendisi, fotoğrafçılığının yanında meslek olarak, başarılı bir ağaç oyma ustası.Bir çok camide kendisinin yaptığı minberler mevcut. Mustafa Bey'in elinde büyükçe bir torba ve içinde bizim için hazırlanan hediyeler var.Kastamonu helvası, Nikon kalem ve lens bezi.Hepsi harika.Öğreniyoruz ki Nikon bayii Karacasulu'ya bu etkinlikten bahsedip sponsorluk almışlar.Nikon sponsor firma olduğundan adını zikretmekte bir sakınca görmüyorum.Nikon(yine yaptım) D80 kullanıyor olmamın ve aramızdaki bağın bu sponsorlukla daha sıcak hale gelmesinin hiç bir alakası yok.Nikon(biri beni durdursun) bu buluşmayı önemserken, diğer pazar lideri (Nikon(Aman Tanrım) sponsorken onun adını zikredemem sanırım) görüşmelere cevap bile vermemiş.Eminim ne kadar yanlış yaptığının farkına varacaktır.
Program sırasında karmaşa yaşanmaması için, gezilecek yerler ve ziyaretçiler iki bölüme ayrılmıştı.Bizim, birinci grup olarak ilk durağımız, İksir Otel.Burada "Kastamonu'ya hoş geldin" tadında bir karşılama vardı.Çay ve atıştırmalıklar, uzun bir yolculuktan sonra sakin bir dinlence yeri sunuyordu.Herkes tesisin ortasındaki gölette yansıma fotoğrafları çekerken, benim ilgim bu dartlardaydı.
Sonraki durağımız Köpekçi Konağı ki, artık gezi tam anlamıyla şekillenmeye başlıyor.Otobüs görünümlü minibüsümüzden(Kasfot'un sunduğu ek araç imkanını reddedip kendi aracımızla devam etmek, sadece bana yaramadı, hala yerde oturuyorum) indiğimizde bizi karşılayan şey, bu güne kadar şahit olmadığım bir şölendi.Zurna eşliğinde, iki davulcunun destansı dansı...Bu dans, kimi zaman birbirine hiddetlenen iki savaşçı gibi hızlanırken, kimi zaman da barışarak dinginleşiyor.Sergiledikleri gösteri, izleyicilerin alkışlarıyla destekleniyor.Gördüğümüz şey karşısında, tokmağın vuruşu yüreğimizi hoplatırken, tüylerimizi diken diken eden şeyin adı; kimi zaman kahramanlık, cesaret, büyüklük, alçak gönüllülük, kimi zaman da savaş ya da barış oluyordu.
Dışarıda bu şölen yaşanırken, konağın içinde, el sanatlarından ve kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerden örnekler sergileniyordu.Konağın bir odasına daldığınızda, pencere kenarında eline aldığı ağacı işleyen tıkır ustasını görüyorsunuz.Süt vb gıdaların taşınmasında kullanılan tıkır, bu gün sadece turistik amaçlı üretiliyor.Diğer odalarda ise sandalye ve sepet üretimini izleme ve fotoğraflama şansı bulduk.Konağın üst katı büyük bir dokuma atölyesine dönüştürülmüş.Yerel kıyafetli insanlar, yün eğirmeden, halı, kilim dokuma kısmına kadar olan bütün evreleri tek tek
gerçekleştiriyorlar.Bütün gün umursamadan üzerinde
yürüdüğüm halılar, artık basmaya imtina eder bir hal alıyor gözümde.Her ilmeğinde bir emek olduğunu hatırlatan vuruşlar yapıyor dokuma tezgahı çünkü...
Sıradaki durağımız Ballıdağ bölgesi...Doğa, sonbahar, bu renkler muhteşem...Serin havayı içinize çekerken, bu yeşilliğin, bu su ile beslendiği ve sizin de bu floranın içinde misafir olduğunuz düşüncesi, misafirperver bir büyüğünüzün evinde gibi hissettiriyor.
Ağır ağır konuşması ile sizi mest eden, anlattığı masalları dinlerken tüylerinizi diken diken eden bir büyüğünüz gibi...
İnceden çiseleyen yağmur, gözlüklerimi sık sık temizleme ihtiyacı doğursa da, damlaların tenime dokunuşu içimi ısıtıyor.Sis gibi etrafımı saran ince yağmur, gözlüklerimin camında birikip büyüdükten sonra, ağırlaşıp, Nikon'umun askısına düşüyor ve artık otobüse binme vaktinin geldiğini hatırlatıyor.
İstikamet, Azdavay ilçesi.Azdavay'da insanlar, özellikle kadınlar, yöresel kıyafetlerini giymeye devam ediyorlar.
Öyle renkli, öyle cıvıl cıvıllar ki, sanki bu organizasyon için hazırlanmışlar, ya da hiç gelmeyecek bir misafiri bekler gibiler.Ama hayır, bu onların günlük kıyafetleri...Halk son derece misafirperver ve sıcakkanlı.Çekinerek sorduğumuz fotoğraf çekme isteğimizi kimse reddetmiyor. Köyün yaşlılarından Habibe Nine bile, diğer komşuların yardımıyla, bizim için giyinip, süslenip, kapısının önüne çıkıyor.Karşısındaki fotoğrafçı ordusunu görünce şaşırıyor, sıkılıyor.Saniyede yüzlerce kez basılan deklanşör sesleri yankılanıyor sessiz ilçede.
Aynı günün akşamı Gültekin Çizgen'in konuşması ile açılan bir söyleşi izledik.Ardından Tuğrul Çakar'ın ve Hamit Yalçın'ın konuşması ve fotoğraf gösterileri ile devam etti söyleşi.Daha sonra Kasfot'un karma fotoğraf gösterisi ile gece son buldu.Fotoğrafa doymuş ruhumuz ve uykuya hazır bedenlerimizle, Yolkonak İzcilik Tesisleri'ne doğru yola çıktık.Çadır ve uyku tulumunda uyuma düşüncesi kafamı biraz kurcalasa da, günün verdiği yorgunlukla uykuya bir an önce dalacağımdan hiç süphem yok.Tesise geldiğimizde, açık alandaki havanın soğuk olduğunu iyice hissediyor ve çadır alanının korunaklı bir yer olması konusunda dua etmeye başlıyorum. Fakat az sonra bir mucize gerçekleşiyor ve yetkililer yatakların fazla olduğunu, yapılacak bir organizasyon ile herkese yatacak yer verelebileklerini söylüyorlar.(Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz, Amin.)Bu dakikadan sonra yapılacak tek şey, Bursa'dan birlikte geldiğimiz ekibin lideri Selim Çoruh'un ekibe dağıtması için verilen yatakları paylaştırmasını beklemek.Kastamonu'ya gelirken otobüste bana oturacak yer olmaması, grup içinde ne kadar çok sevildiğimin(!) göstergesi.Sakin ve sebatkar bir kişiliğe sahibimdir, sayın okur.Öyle ki, aksine yırtık ve çirkef biri olsaydım, eminim şoför bile bana yer verir, "buyur, sen kullan" derdi.Bu girişten anlaşılacağı üzere, yatacak yer konusunda da en son hak tanınan ben oldum.Bu da organizasyona biraz yakınlığımdan kaynaklandı ama eminim en güzel yerlerini benim için saklıyorlar.Uyku bastırmışken, 30 kişinin yerlerine yerleşmesini beklemek gayet can sıkıcı.İnsanların bir sürüsü, ya oda arkadaşını ya da yatacak yeri beğenmeyip geri geliyor.Benimse bir ara, çadırı dışarıdaki çimenlerin üzerine kurup, tulumun içine girivermek geçiyor aklımdan.Biraz daha sabır edip, herkes yerine yerleştiğinde, bana verilen yerin, 3 yataklı ve 2'si daha önceden doldurulmuş bir oda olduğunu fark ediyorum.Odayı bulup içeri girdiğimde, karşılaştığım manzara; iki yatakta yatan iki kişinin, üçüncü yatağı eşyalarıyla işgal ettiği şeklindeydi.Bu bana, Reşat Nuri Güntekin'in, "Anadolu Notları" kitabında okuduğum otelleri hatırlattı.Bu günün hostellerini.Kişiye kiralanan odalar yerine, kiralanan yataklar.Tek farkı, biz burada misafirdik ve para ödemiyorduk. "İyi geceler, kalmam için bana bu odayı gösterdiler" şeklindeki kibar seslenişim, oda içinde nasıl yankılandıysa, sanırım kulaklarına "bu yatak benim, derhal alın eşyalarınızı ve defolun bu odadan" diye gelmiş olmalı.Çok kaba olmamakla birlikte, iki yaşlı adamdan aldığım cevap, "Biz şu an özel bir şey çeviriyoruz, istersen başka bir odaya bak" oldu.Çevirdikleri şeyin tavuk mu, yoksa kaz mı olduğunu anlamadım ama, tam olarak aldığım cevap buydu.Duyduklarım konusunda emin olmamdaki neden, bu cevabın bana bugün bile hala dokunmasıdır."Siz bu odada, benim de içinde bulunduğum aynı amaç için bulunuyorsunuz.Bu misafirhanede kalanların her biri, Kastamonu'daki bu güzelliği görmek ve fotoğraflamak için geldiler.Sizi benden ya da diğerlerinden farklı kılan şey, yatarken giydiğiniz yün içliklerse, merak etmeyin, bu soğukta ben de aynısını giyiyorum.Ama siz bunu görme şerefine nail olamayacaksınız" diye kapıyı çarpıp çıktım, demek isterdim ama, maalesef sakin ve sebatkar kişiliğim buna izin vermedi.Bazen, haklı olduğum konularda tartışmak yerine, bildiğimi okumayı tercih ederim.Çünkü kaşımdaki insan, bu tartışmada taraf olamayacak kadar yetersizdir.Tartışmalar son bulduğunda, taraflardan en az birisinin kazancı, yeni bir şeyler öğrenmek olmalıdır.Hayatımızda her an böyle insanlarla karşılaşabiliriz ve bu insanların varlığını, hiç bir kuruma mal edemeyiz.Hatta yetiştiklerini düşündüğümüz aile kurumuna bile...Ben bu kibarca kovuluşu, bir saniyeden az bir süre içinde "bu adamlar kim, kimi, nereden kovuyorlar, bunlar nasıl insan, ben nereye geldim?" sorularıyla kafamda yorup içime sindirdikten sonra kapıyı bulduğum gibi hafifçe aralık bıraktım.Boğazıma yerleşen yumruyu da alıp, biraz da sırt çantamdaki çadırıma güvenerek, sakin adımlarla aşağıya indim.Bulduğum ilk görevliden bana çadır yeri göstermesini rica ettim.Çadırda kalmama gerek olmadığını ve karşı binada da yerler olduğunu söyleyen görevliye teşekkür ederek, aracımızın şoförünün de kaldığı evin boş bir odasına girdim.Odada tek ve çift kişilik iki tane yatak mevcuttu.Çift kişilik yatağa yayılırken, yanımda bir şeyler çevirecek(!) bir arkadaşımın olmamasına hayıflanarak uyumuşum;)
Ertesi gün, yine tesislerdeki kahvaltımızın ardından Şenpazar'a doğru hareket ettik.Yol boyunca doğanın içine gizlenmiş orman evlerini fotoğrafladık.
Şenpazar'a geldiğimizde öğlen olmuştu ve belediyenin ikramı olan öğlen yemeğimizi bir ilkokulun yemekhanesinde yedik.Dönüş yolunda yine Kastamonu'nun doğa güzelliklerini, bu kez başka yollardan geçerken görüntüledik.Akşam yapılacak olan panelde İzzet Keribar, Tansu Gürpınar ve Mustafa Demirbaş'ın konuşması var.Buna rağmen gündüz planladığım Kastamonu'nun gece fotoğraflarını çekme planım hala geçerli.Gece fotoğraflarını seviyorum aslında.Elinizde üç ayak varsa mutlaka iyi fotoğraflar çekebiliyorsunuz.Şu an kullandığım Sigma 17-70 lensin titreşim önleme özelliği olmadığı için üç ayağın büyük yardımı oluyor.Hareket eden insanların, arabaların ya da farlarının doğal hareketlerinin ne kadar muntazam ve doğru bir ritm içinde olduklarını açıkça görebiliyorsunuz.Aksi halde çektiğiniz fotoğraf, titrek, netsiz ya da yüzüne bakılmayacak kadar estetikten uzak olabiliyor.
Yeşil Yol ismini verdiğim(Fotoğraflara isim vermek pek adetim değildir.Eğer bir ismi olacaksa, onu kendi almalı diye düşünüyorum)bu fotoğrafın çekimine Mustafa Özeflanili'nin yardımı için teşekkür etmek isterim.Kendisinin de buradan bir fotoğrafını, Kasfot karma gösterisinde izlemiştik.Bu gece paneli izlemek varken, büyük nezaket göstererek bizimle gelmeyi tercih etti.
Son gün...Bu sabahki kahvaltı, organik ürünleri ile harika bir ziyafet sunan İzbeli Çiftliği'nde.
Çiftliğin sahibi Sabiha İzbeli'nin hikayesi 1964 yılında bu konağa gelin gelmesiyle başlıyor.200 yıllık konakta tamamıyla organik ürünlerle yapacağınız kahvaltı, Hürriyet Gazetesi'nin sıralamasında 10. sırada.10 numara kahvaltı yani.8 dönümlük arazide hayvanların yiyeceği, yonca, mısır ile kahvaltı için sebzeler ekiliyor.400 yıl önce tımarlı sipahi yetiştirmek üzere, dönemin padişahı IV. Mehmet tarafından aileye verilen çiftliğin sahibi Sabiha Hanım, gelen misafirlerin hepsine çiftliğin geçmişini anlatmayı ihmal etmiyor.
Tam bir cumhuriyet kadını olan Sabiha Teyze, konakta kaldığı odayı da hiç çekinmeden isteyenlere gösteriyor ve portre çekmemize izin veriyor.
Kahvaltının ardından Kastamonu şehir merkezine dönüyoruz.Cumhuriyet meydanı ve el sanatları merkezinde çekimler yapıyoruz.Ebru ustası, bakır ustası, günlerden pazar olmasına rağmen, bu etkinlik kapsamında işlerinin başındalar.Hepsi güler yüzlü ve bir o kadar misafirperverler.Küçücük dükkanlarda, rekorlara imza atacak sayıda fotoğrafçı, bir bakırın her çekiç darbesiyle şekillenmesinin ya da Osmanlı Lalesi'nin kitreli suda ebruya dönüşmesinin her anının fotoğrafını çekti.
Gün sonunda vali, belediye başkanı ve Kasfot Başkanı Suat Cumali Güngör 'ün yaptığı konuşma ile Kastamonu 1. Fotoğrafçılar Buluşması resmen bitmiş oldu.Fakat Kastamonu her zaman bu güzellikleri bize sunmaya hazır.Kastamonu insanı bu misafirperverliğe her zaman sahip.Yolunuz buralardan geçerse, durup etrafınıza şöyle bir bakın.Şehrin içinden geçen Daday Çayı, önüne katıp getirdikleriyle kulağınıza Anadolu'nun bütün güzelliklerini fısıldıyor olacak.