19 Aralık 2010

Bayramda Gökçeada

Bu ramazan bayramı ailemizde hiç yapılmamışı yapıp tatile çıkmaya karar verdik ve gidilecek yer başlıktan da anlaşılacağı gibi Gökçeada olacaktı.Arefe günü öğlenden sonra yola çıktık ve gayet sakin bir trafikle yaklaşık 2.5 saatte Bursa'dan Lapseki'ye vardık.Lapseki'den aldığımız bilet ile Gelibolu Yarımadası'na geçtik.Burada dikkat edilmesi gereken bileti alırken "ada bileti" olduğunu belirtmeniz, çünkü belirtmezseniz Gelibolu'daki Kabatepe Limanı'ndan Gökçeada'ya geçerken tekrar bilet almak zorunda kalırsınız.Üstelik aynı ücreti tekrar ödeyerek.Ayrıca biletiniz gidiş-dönüş olduğu için biletinizi atmamanızı da şiddetle tavsiye ederim :) Yok yok...Ben detayları önceden iyice öğrendiğim için, ne giderken iki kere bilet ödedim ne de dönüşte biletimi attım :)


Gelibolu Yarımadası Çanakkale Savaşı'nın en şiddetli yaşandığı yer olduğu için Gökçeada'ya giderken mutlaka gezilmesi gereken bir yer.Belki de günler geçirilmesi gereken Gelibolu Milli Parkı'nda, gün geceye döndüğünde, güzel bir yaz ayında, milli parkın o sessizliğinde, belki de Anzac Koyu'nda, çadırınızın içinde sabahı bulmak, eminim huzur verici olacaktır.Bu kez bir gruba bağlı olarak gittiğimiz ve bu grup bizden önce yola koyulduğu için buna zamanımız yok.Üstelik milli parkın sadece çok küçük bir kısmını, o da yolumuzun üzerinde olduğu için, gezebildik.Dedim ya...Buraları karış karış gezmek isteği evinizden uzakta olsanız da karşı koyulmaz bir hal alıyor Gelibolu'da.Yan yana uzanmış Ege'nin koynunda yatan, İzmir'li Halil oğlu Ali, İstanbul'lu Avram oğlu Salamon, Anastan oğlu Todori zaten sizi fazlasıyla evinizde hissettiriyor.Kabatepe'deki sıkıcı feribot kuyruğunda beklerken; Gökçeada'ya gitmemek, bu bayramı buradaki büyüklerinizle geçirmek ve elleri yerine orada olduklarını düşündüren mezar taşlarına baş koymak isteği, boğazınıza buruk bir düğüm olup oturuyor.Konuşamıyor, fotoğraf çekmek istemiyor, her şeyi çıplak gözle görüp hiç bir anı kaçırmadan kaydetmek istiyorsunuz.Bir dahaki sefere...deyip feribot kuyruğunda ilerleyip nihayet adaya doğru yola koyuluyoruz.

Gelibolu-Kabatepe Limanı


Gelibolu-Kabatepe Limanı


Adaya vardığımızda diğer grubun da yeni gelmiş olduğunu ve kamp yerine doğru ilerlemekte olduklarını öğrendik.Rotamız (adaya geldiğimiz için yazımızın bu kısmından sonra denizcilik terimlerine ağırlık vereceğiz :p ) adanın güney doğusundaki Aydıncık Plajı...Feribotun yanaştığı kuzeydeki Kuzu Limanı'ndan merkeze daha yeni varmıştık ki konaklama yerinin yanındaki Tuz Gölü sebebiyle, gece sivrisineklerin bastığını öğrenip geri döndük.Öncü grubun bu baskını fiilen yaşaması, bölgeye varmaları ile aracın camlarından içeriye sivrisineklerin istilası ile oluyor ki, geç gittiğimiz ve bunu yaşamadığımız için kendimizi şanslı sayıyorum :)



Alternatif konaklama yeri, Yıldız Koyu'ndaki kamp alanı...Adanın kuzeyinde kaldığı için ve biz de merkezde olduğumuz için, bu kez öncü grup biz oluyoruz.Olası sivrisinek istilasına karşı tedbirsiz ilerleyip gecenin karanlığında Yıldız Koyu'na vardık.Yetkililerden tesis hakkında bilgi alıp pazarlık ettikten sonra (2 ay sonra yapılacak Mısır gezisindeki pazarlık içgüdüsünün temelleri demek ki burada atılmış :)) diğer gruba sivrisinekten arındırılmış bu bölge konusundaki direktiflerimizi verdik.Grubun geri kalanı da gelip çadırlar kurulduktan ve özlemli sohbetler yapıldıktan sonra kampa hakim olan sessizlik ta ki ertesi sabah bayram namazından dönüşümüzle bozuldu.Eğlenceli bir bayramlaşma ve belki de hayatımız en ilginç bayram sabahı...
Ege'ye kıyı eski bir Yunan adası sahilinde bir kampta, etrafında dostların da bulunduğu uzunca bir kahvaltı masası...
Çalan müzik,
hafif esen rüzgar,
sakin bir deniz...
Geri dönmem için pek az sebep var gibi...

Kaldığımız 3 gün boyunca anakara ile bağlantımızın olmayışından mıdır bilmem, sanki bu adanın dışında hayat hiç olmamış gibiydi.Adanın gezilecek bütün yerlerinin altını üstüne getirdiğimizi düşünüyorum.İlk gün denizin durgun, havanın güneşli olmasından istifade edip bol bol denize girdik.Çeşit çeşit balıklarla birlikte yüzdük ve bunu daha önce hiç yapmamıştım.Altınızdan sürekli farklı sürüler geçiyor.Su üzerinde durup şnorkel ile onları izlemek bile insana harika vakit geçirtiyor.

Fakat bazıları bizim kadar eğlenmiyordu ki merkezden aldıkları renk renk ojelerle tırnaklarını çılgınca boyamışlardı.Bana da sahne arkasını fotoğraflamak düştü tabi ki :)
Bu fotoğraf bazıları için kampın özeti gibi duruyor:

Çok büyük bir Rum köyü olan Dereköy:Çoğu evi terk edilmiş olan bu köyde insanlar yavaş yavaş geri dönmeye ve zamanla yıkılan evlerini restore etmeye başlamış.İki tepenin birbirine bakan yamaçlarına kurulu Dereköy, adanın belki de en güzel yerleşkesi.


Daha önce dükkanı meydanda olan, Barba Hristo Tatlıları ile ünlü Zeytinliköy:
Hristo'nun dükkanı şimdilerde meydandan yukarı doğru giden arnavut kaldırımlı yolun solunda kalıyor.Şu an meydanda Madam'ın Dibek Kahvesi dükkanı, Panayot Usta'nın Tatlı ve Kahve dükkanı ile Orhan abinin Tatlı ve Kahve dükkanı bulunuyor.En ünlüsü Hristo...Fakat yoğun ilgiden bize bir türlü sıra gelmedi Hristo'nun yerinde, ya da gelen sırayı da başkaları kaptı.Üstüne üstlük küçücük dükkana haddinden fazla insan sığışmaya çalışınca sinirlenen ve müşterileri tersleyen Hristo sayesinde moraller bozuldu.Diğer dükkanlardaki sakızlı muhallebiyi denemeye karar verdim."Aksi ihtiyar" diye söylenerek dükkandan çıkışıma, daha sonra kendim de üzülsem de, bu kızgınlığın, bu adamın tatlısını meşhur yapan lezzeti tadamadan köyden ayrılışım olduğunu kendime itiraf etmem, geç olmadı.Meydandaki diğer dükkanların da lezzetleri fena sayılmazdı.Yine de Hristo'nun sakızlı muhallebisi ile kıyas yapamadım ya...Neyse :)




Diğer durağımız kampımızı ilk kurmayı planladığımız Aydıncık Plajı, dünyadaki 2. önemli uçurtma sörfü ve rüzgar sörfü merkezi.Hani şu bizim ekibin sivrisinekleriyle hatırlayacağı plaj :)

Şaraplarının tadına bakmadan geçilmeyecek Tepeköy.Barba Yorgo'nun tavernası ve ev yapımı şaraplarının satıldığı dükkandan, bir tane kırmızı alın derim ;)

Çıkışta da, tahta tabelada tebeşirle yazılmış şu şiiri okumak, bir durak düşündürüyor ve bu kültür sentezine bir anda giriveriyorsunuz.Çek bi uzo ;)


İki yabancı gibi ,
Karşılıklı iki kıyıda,
Aynı rakıyla dumanlı kafaları
Dillerinde aynı şarkı,
Dudaklarında aynı tebessüm,
Kim inanır ki düşman olduklarına?
-Barba Yorgo-

















Muhteşem sahili ile Laz Koyu...


Son olarak Gizli Liman da görülmeye değer yerler arasında...








Gelibolu-Kabatepe Limanı
Gelibolu-Kabatepe Limanı 



Gelibolu-Kabatepe Limanı





Benimki kaç santim öğrendim: http://bit.ly/i9jg9g seninki kaç santim?

14 Kasım 2010

Uludağ Zirve ve Kilimli Göl

Uzun zamandır zamana karşı kalıcı olamadığımı, yani yazamadığımı fark ettim ve gezilerden arta kalan fotoğraflara bakarak gezi rehberi tadındaki yazılara devam etmem gerekliliğini hissettim.Bütün yorucu yaz dönemi boyunca neredeyse her haftasonu koştura koştura bir yerlere gitmek zorundaymışım gibi oradan oraya salınıp durdum.
Ağustos ayında düzenlenen Uludağ Zirve ve Kilimli Göl Gezisi'nde 2 gruba ayrıldık.İlk grup Kilimli Göl'e araçlarla çıkacak diğer grup da Volfram Madeni'nden yürüyerek çıkacaktı.Yürüyüş grubunu seçerek doğru karar verdiğimden hiç şüphem yoktu zaten.
En arkada artçı artçı giden ben oluyorum.


Bulunduğumuz tarih itibari ile Apollo kelebeğine rastlamak oldukça heyecan vericiydi.Etrafımızda  bir kanat çırpıp bir süzülüşleri izlemeye değer bir dünya güzelliğiydi.Dünyada sadece bu kelebeğin kanat çırptıktan sonra kuş misali süzülerek uçmaya devam edebildiğini öğrenince, yeterince şanslı olduğumu anlıyorum.
Parnassius Apollo
Ağır aksak yürüyen, gördüğü her börtü böceği çekmek için mola veren grup ile hatırlayamadığım bir süre sonunda zirveye vardık.
Zirvede uygun kadraj ararken çekilmiş bu fotoğrafımdan sonra muhtemelen soluma dönüp şu fotoğrafı çekeceğim.
Şu zamana kadar elimdeki ekipmanlardan nikon 50 mm f1.8 af lensi almakla hiç hata etmediğimi bu fotoğrafa bakıp bakıp anlıyorum."Dadından yinmez" bir seyri var.Yanal ışığın etkisi de hafife alınamaz...
Az sonra ise, yani ikincisini gerçekleştirdiğim zirve tırmanışında, zirve defterine "ilkini geçtiğimiz kış gerçekleştirdiğim tırmanışta bu deftere yazacak takati kendimde bulamamıştım.Şener Yıldırımlar 23/08/2010." yazacaktım.Zirveden çektiğimiz fotoğraflardan sonra ise aşağıda kurulan kampımıza doğru yola çıkacaktık ve işte Kilimli Göl, yaklaştıkça böyle gözükecekti.
Çok eğlenceli 2 günlük kamp sırasında gece yatacağımız matı şişirip çadıra koymadan önce gölde gezinme keyfini yaşadım.Mat demeye bin şahit lazım ki kendisi deniz yatağından hallice bir icattır.İşte şişirme anı ve kamptan bir görünüm...
Bu da yorgunluğumu attığım keyif dakikaları :)
O gün çevrede çektiğim diğer fotoğraflar:
Bu fotoğrafta ve diğerlerinde 50 mm nikon lensi ters bağlamak suretiyle değişik etkiler yarattım.
Kilimli Göl
Kilimli Göl
Ertesi gün kampı toplayıp dönüş yoluna geçtik.
Dönüş yolunda da makrolara devam ettik tabi...



Yakaladığım kare bu olsa gerek :)


Benimki kaç santim öğrendim: http://bit.ly/i9jg9g seninki kaç santim?

18 Ağustos 2010

2010 Tatil Rehberi

Yıl 2010... Evliliğimizin ilk yılı dolmuş ve tatil mevsimi gelmişti.Herkesin tatil planları erken rezervasyon dönemlerinde planlanmasına rağmen bizimki gerçekleşmesinden sadece bir hafta öncesinde şekillenip kesinlik kazanmıştı.


Bir sene önceki balayı maceramız kadar hareketli olmasa da, toplam 1800 km'lik bu "işkence" tadında gezi ve eğlence, bir salı sabahı saat 7'de Antalya Belek'e doğru yol almaya başladı."Yola bi çıktım mı durmam abi" cinsten bir sürüş felsefem olsa da bu yolda ilk durağımız eşimle üniversite yıllarımızı geçirdiğimiz Kütahya oldu.Meşhur Karavan Gözleme'de gözleme yemeden, Vazo'da fotoğraf çektirmeden, Cumhuriyet caddesinden geçmeden, 4 yıl yaşadığım evi uzaktan da olsa görmeden edemezdim.Yolumuzu yarım saat kadar uzatmasına rağmen, saydıklarımı tek tek gerçekleştirip, içimizde bir buruklukla ayrıldık Kütahya'dan.

Başka bir durak olmaksızın saat 14:30'da Belek'e varmış, eşimin kardeşiyle buluşup, bir otele yerleşmiştik.Bütün yolun yorgunluğunu, Belek'in otellerince parsellenen sahilinden arta kalan "Halkın Plajı"nda yüzerek attık.İçinde tertemiz tuvalet, soyunma odaları, duşların, bar, market ve restoranların bulunduğu bu plaja giriş, adı "paralı" olsun diye sadece 1 TL.Arabayla ya da traktörlerin çekiciliğini yaptığı eğlenceli araçlarla merkezden 2 dakika içinde varabiliyorsunuz.Yüzmeyi Marmara'da öğrenmiş, çivi gibi sularda yüzmeye antrenmanlı, o dönemler 18'ini dolduran her gencin mecburen Bodrum'a gitmesi zorunluluğunu fazlasıyla abartıp defalarca Ege sularına girmiş biri olarak, ilk defa Akdeniz'in dalgalı ve sıcak sularına girmenin şaşkınlığı içindeydim.Dalgalardan bulanmış ama yine de temizliğinden şüphe edilemez bu suların sıcaklığı insanı çıkınca daha da bir serinletiyor.Kavurucu güneşin altında fazla kalmadan, mükemmel hazırlanmış ve 5 yıldızlı tatil köyü havasındaki bu plajdan çıkıp otelimize döndükten sonra, akşamki Anadolu Ateşi "Troya" gösterisini izlemek için hazırlanmaya başladık.Daha önce tarihi Aspendos'da oynanmasına rağmen, tarihi yapının hoplayıp zıplanmasından zarar görebileceği endişesiyle, hemen 1 km gerisine 46 günde Aspendos Arena inşa edilmiş.2 yıldır da gösterilerini burada düzenliyor "Dansın Sultanları".Antalya-Alanya yolu üzerinde, Belek'ten 8-10 km uzaklıkta olan Belkıs köyüne girdikten 1 km sonra karşılıyor sizi Aspendos Arena.Yolda Anadolu Ateşi'nin afişleri size yol gösteriyor.Gösteriden önce acıkan karnımızı doyuralım dedik ve nehir kenarında hoş bir alabalık ziyafeti çektik kendimize.
Ala-balık keyfinin ardından, kala-balık Rus ve Alman turistlerin arasında yerimizi aldığımız, "anlatılmaz yaşanır" bir gösteri izledik o gece.Daha sonra Belek'in şirin merkezindenki 01 Adana Ocakbaşında geç saatlere kadar yemek yedik ve günün kritiğini yaptık.Yorucu ve eğlenceli günün ardından ertesi gün planlarımızı yapıp dinlenmek üzere otele döndük.


2. gün:Bugün, Kemer-Kumluca Yolu üzerinde 2 saatlik bir yolculuğumuz var.Planımız; antik kent Olympos'da konaklamak, Çıralı'da Yanartaş'ı, Adrasan'ı ve yine antik kent Phasilis'i görmek.


Manzaralı Kemer yolunda önce Phasilis, ardından Olympos geliyor.Fakat biz Phasilis'i sonraya bırakıp, Olympos girişinden aşağı dalıveriyoruz.Kumla-Karacaali sahil yolunu andıran fakat aşağı sürekli bir inişi olan bu yol yaklaşık 10 dakika sonra bizi ilk konaklama yerlerine eriştiriyor.Denize uzak olan bu kısım aynı zamanda Adrasan yol ayrımı.Adrasan'ı da sonraya bırakıp, ikiye ayrılan yolu Olympos'a doğru tercih ediyoruz.İlk olarak yolun sol tarafında, adından çok bahsedilen ve daha önce bir kere yangın yaşamış Kadir'in ağaç evleri karşılıyor bizi.Toprak ve taşlı yolda aşağıya doğru devam ediyoruz.Daha önceden yerimizin ayrıldığı ağaç evlerin bulunduğu pansiyona varıp yerleşiyoruz.Ardından bu mistik tatil yerini keşfe çıkıyoruz.Sahile doğru yola koyuluyoruz, fakat saat 19:30 itibariyle ören yerinin içinde bulunan sahil kısmı ziyaretçilerini yarın ağırlamak üzere kapanıyor.

Ağaç evimize dönerken, doğaçlama gerçekleşen tatilimize yön verecek bir stand görüp yarın için bir tekne turu satın aldık.Akşam yemeğinde garip aşçının bizim için hazırladığı; körili hint pilavı!, şehriyeli tavuk(çorba değil)!, mayonezli kısır! yedikten sonra, fotoğraf makinemizi de sırt çantamıza alarak Çıralı'ya doğru yola çıktık.



Efsanelere konu olan Yanartaş'da sucuk yapmak eminim, biz Türkler'e özel bir şeydir ki, güzelce kurulmuş doğal mangalımıza bakan turistlerin bu şaşkınlığı beni hiç yanıltmadı.Gece sabaha kadar kalınası yer olan Yanartaş'ın manzarasını tripod olmadığı için çekememenin üzüntüsüyle aşağı iniyoruz.Çıralı yokuşunu çıkıp 500 m geri dönüp, Olympos'a iniyoruz.Ağaç evimizde üzerimizi değiştirdikten sonra, kurumuş nehirden karşıya geçip ormanın içindeki bara gidiyoruz.Sürekli Beşiktaş'lı olduğunu vurgulayan çılgın bir dj eşliğinde, Orange Bar'ın dibine vuruyoruz.


3.gün:Sabah 9:30 da tekne turunun minibüsüne binip, karadan Kaş istikametine doğru yola çıktık.1,5 saat sonra Üçağız köyüne varıp tekneye bindik.


Akvaryum Koyu, Tersane Koyu, Korsan Mağarası gibi yerleri görüp, her koyda yanımıza gelen Algidacı-balıkçı kıvamındaki teknelere hayretle baktık.Bu koylardan birinde yanımıza ağaç sandalıyla gelen 70'li yaşlarında bir teyze vardı ki gerçekten bizi çok şaşırtmıştı."Deniz kabuklu pareolarım var" deyişi kulaklarımdan gitmiyor.















Bol bol masmavi sularda yüzdükten sonra, Simena(Kaleköy)'ya vardık.Merdivenlerle yukarıdaki tarihi kaleye çıkarken sağlı sollu evlerin önlerine tezgah açmış el emeği göz nuru işlemeli örtü, incik boncuk satan köy halkı ile karşılaşıyorsunuz.













Kendinizi bu renkli ortamdan alıp biraz daha çıkabilirseniz kaleye varıyorsunuz.

Surların hemen altında antik bir mezarlık mevcut.Ölünce gömülmek isteyeceğim mezarlıklar listemde Karacaali'yi ilk sıradan ikinci sıraya düşüren antik bir mezarlık burası.İnanılmaz bir manzara eşliğinde antik mezarlar, olağanüstü fotoğraflar veriyor.Karadan ulaşılamayan bu köye özel motorlar ya da tekne turlarıyla gelebilir, pansiyonda konaklayabilir, sizi getiren motor ya da tekne ile geri dönebilirsiniz.Simena'dan sonra başladığımız yere geri dönüp Üçağız köyüne yanaşıyoruz.Minibüse bindiğimizde teknenin etkisi henüz geçmemiş hala sallanıyorduk.Olympos'a vardığımızda saat 21:00 olmasına rağmen kaldığımız yerin sahibesi ve garip aşçımız o günün garip yemeklerini bize de sunmaktan çekinmiyor.Ardından Gölge Bar, yoldan geçerken içeriden gelen kırmızı renk ve muhteşem müziği ile bizi içeri çekiyor.Gidecek olanların mutlaka uğraması gereken bir yer olduğunu üzerine basa basa söyleyebilirim.Eğlenceli bir grup sahnedeydi gittiğimizde ki sanırım bu eğlence oraya sürekli hakim...


4.gün:Ağaç evimizi terk edip Olympos'un tarihi kalıntıları arasında kaybola kaybola sonunda küçük bir derenin döküldüğü eşsiz denize ulaşıyoruz.Hafif dalgalı fakat kumu az olduğu için bulanıklıktan çok uzak ve tertemiz bir deniz karşılıyor bizi...


Denizden gelen teknelerin botlarla kıyıya yanaşıp antik kalıntıları ziyaret edebilmeleri için ören yerinin bir de sahilden kapısı mevcut.Antik kentin içinden geçen derenin denize döküldüğü yerde su, bir soğuk bir sıcak.Denizin içinde dururken bir bacağınız sıcakken diğeri buz kesebiliyor.Denizden çıktıktan sonra bu dere ile denizin buluştuğu yere havlularımızı serip ayaklarımızı buz gibi dereye uzatıp güneşleniyoruz.Ardından derenin içine girebilme cesaretini gösterenler yere uzanıp durulanabiliyorlar.İnanın bu soğuk su insana çok iyi geliyor.


Olympos'dan çıkıp Adrasan'a dönecekken bir önceki gün rehber kızın "Adrasan'da görülecek bir şey yok" sözleri bizi Phasilis'e doğru yola çıkarıyor.Bugün diyorum ki siz bu hataya düşmeyip 1-2 saat ayırıp orayı da görün.Eminim pişman olmazsınız
Phasilis tarihi kalıntılarıyla Olympos'dan daha da ayakta karşılıyor bugün bizi.

Pazar meydanı, amfi tiyatro, hamamlar, neredeyse kullanılır durumda.Eski liman kenti olan Phasilis'in üç ayrı koyu mevcut.Burada da denize girmek için mola veriyoruz.





Ardından Belek'e doğru yola çıkıyoruz.Otelimize varıp bu akşam yaşanacak olan Anadolu Ateşi gösterisi için hazırlık yapıyoruz.





















Hınca hınç dolu gösterinin tadını çıkarttıktan sonra müdavimi olduğumuz 01 Adana Ocakbaşı'nda yemek ve Belek şehir merkezi turu ile geceyi İngiliz bir bayanın sahibeliğini yaptığı Pasha barda noktalıyoruz.


5.gün:Bugün biraz yüzüp, plajda çok kalamadan aylak bir gün geçiriyoruz.Oteldeki sakin havuzun keyfini yalnız başıma çıkarıyorum.Kendimizi yarınki rafting için dinlendiriyoruz anlaşılan...


6.gün:Alanya yolundaki Köprülü Kanyon'da rafting yapmak için yola çıkıyoruz.Fakat önce Sümer Tilmaç'ın Sanatçı Köyünde güzel bir kahvaltı yapıyoruz.Nehir kenarında dolu dolu bir kahvaltı yapıp Sümer Tilmaç'ı göremeden Köprülü Kanyon'a doğru yola çıkıyoruz.Yol üzerinde karşılaştığımız rafting şirketlerinin çığırtganları, kendimiz şehirler arası yolcu terminalindeymiş gibi hissettiriyor.İçlerinden biriyle anlaşıp can yeleklerimizi giyiyoruz.



Artık hazırız...Kanyonun kaynağına doğru akıntıya ters, 800 m kürek çektikten sonra, artık bu buz gibi suların başlangıcındayız.Bu kısma kadar fotoğraf makinesi taşımak kabul edilebiliyor.Fakat dönüş yolu için tehlikeli.Bu güzelliğin tadını çıkardıktan sonra başladığımız yere döneceğiz.Fakat dönerken gördüğümüz her kayalıkta buzz gibi suya 1-2 intihar girişimi gerçekleştirmeden edemiyoruz.













Başladığımız yerden bu kez, nehrin aktığı istikamete kürek çekiyoruz.Toplam yolculuk 2,5-3 saat sürecek.Toplam mesafe 14 km...Coşan nehirle birlikte ıslanıp, o durulduğunda biz de durularak, arada bir nefes alıyoruz...Nehir kenarında, çardaklar altına kurulmuş çadırlara bakıp bakıp iç geçirerek ilerliyoruz .Tam güneşten yandık derken, yine coşuyor nehir ve serinliyoruz..Serinleyemediğimiz yerde anlayışlı rehberimiz Gusto !(tamamen uydurdum, bildiğin Antalyalıydı kendisi)durup nehrin buzzz gibi sularına girmemize izin veriyor.Akıntı kenardan 1 metre uzaklıkta bile sizi götürecek kadar kuvvetli.O yüzden olduğunuz yerde batıp batıp çıkmakta fayda var.


Sonunda 14 km'lik rota bitiyor ve muhteşem güzellikteki Köprülü Kanyon'u Toroslar'ın manzarasıyla başbaşa bırakıp Belek'e doğru yola çıkıyoruz.


Son gün:Bursa'ya dönme vakti...Her sevincin her kederin/En ölümsüz sevgilerin/Sonsuz denen göklerin/Herşeyin bir sonu varsa diyor İlhan İrem (abovvv ağır oldu),Bizim de tatil bugün son buluyor.Dönüş yolunda, daha önce gözümüze takılmış olan Kurşunlu Şelalesi'ni ziyaret etmeden geçemedik.Karacaali ve Kumla'daki şelalelerle karşılaştıracak olursak, bizimkiler belki de daha güzel olmasına rağmen turistik bölgede olmadığı için tesisleşemeyip ören yeri statüsü kazandırılmadığı için bugün sadece yerlileri bilinebiliyor.

















Kıssadan hisse:
-Ne işim var böyle yerlerde.Giderim tatil köyüne, yerim yerim yatarım:Bunu demek için sanırım daha çok yaşlanmam lazım.
-Tavsiye eder miyim?:Sadece aynı yerlere bile tekrar giderim.Ama tek seçeneğim olsa, Kaleköy'e gidip 2 gün orada mahsur kalırdım.Kalenin altındaki antik mezarlığa çadır kurup manzarayı seyrederdim.İnanın böyle bir güzellik yok...
Ve diğer fotoğraflar: